Bir grup çocukla "hediye çekilişi" yaptım bu yıl, çocukken bizim de yaptığımız gibi :)) (10 yaşındalar.)
Gelmiş yeni bir yıl daha..
30 Aralık 2009 Çarşamba
Mutlu bayramlar!
27 Kasım 2009 Cuma
İyi ki doğdun Red Pharos!
22 Kasım 2009 Pazar
Gönderen Selin zaman: 20:38 5 yorum
Etiketler: doğum günü, redpharos, sLn
Uyanalım
13 Kasım 2009 Cuma
Kırmızı ağaç, yapraklarını mı döküyor nedir?
Çok sessiziz bu aralar.
Birileri yaşadığına dair ses versin.
Olmaz mı?
Bir Ben Var Benden İçeri!
4 Kasım 2009 Çarşamba
Çok fazla şey anlatıyorum ona.
Çok fazla güveniyorum.
Çok fazla geliyorum üstüne. Bir başkası için kurulmuş tüm cümleleri ona söylüyorum. Onunla kuruyorum senaryoları. “Ona şunu derim” “O bana şunu der” leri hep o duyuyor. İçimde kurduğum tüm cümleleri ilk o biliyor. Söylediklerimi, söyleyeceklerimi, söylemeyeceklerimi hep o…
Çok fazla sıkıyorum onu. Anlattıklarım yetmezmiş gibi günlükler tutuyorum. İkinci baskı hayatlarda bir o yana bir bu yana gidip geliyor. Bir şiirden çıkıp, bir öyküde uyuya dalıyor…Bir karalama kağıdından çıkıp bir resme konuyor. Yoruyorum, eskitiyorum…
Çok fazla bilmiyor kendisi hakkında ne düşündüğümü. Haksızlık ettiğimden belki de…Bir başkasının hatasını ondan çıkarıyorum çoğu zaman. Onu suçluyorum birçok şeyde…
Çok fazla oluyorum bazen. “Yalnızım” diyen cümlelerle yürüyorum üstüne. Hep o varken yanımda, ben tekillikten söz ediyorum. Önemsemiyorum. Oysa o, her yalnızlık nöbetimde baş ucumda bekleyip, bitmez tükenmez bir konuşmanın dinleme noktasında oturuyor. Saatlerce dinliyor yakınmalarımı, hayallerimi, ümit ve ümitsizlik arasında yalpalayan naçiz benliğimi…
Çok fazla fark etmiyorum varlığını. Konuşurken bir başkasıyla, bakıyorum o! Yürürken o!Dinlenirken o!Düşünürken o! Bir anda yanımda buluveriyorum... Yormuyor beni, hep umut vaat eden tümcelerle geliyor karşıma. Bazen benden epey yaşlı olduğunu düşünüyorum bu yüzden. Bazen bir gülümseme konduruyor yüzüme, bir çocuk mu ne, diyorum. Varlığı bir muamma olup çıkıyor…
Çok fazla sevdiğimi söylüyor başkaları, filozoflar özellikle…Ne yaparsam onun için yapıyormuşum sözde. Sözde, sevmelerim onun içinmiş. Bir başkasını sevişim, onun sevmekten duyduğu hazdanmış. Bir başkasını düşünüşler, bir başkasına yapılan iyilikler hep onun içinmiş.
Çok fazla vakit geçiriyoruz ama en yakın dostu olamıyorum. Ona anlattığım birçok şeyi başkalarına anlatmamamı söylemesine rağmen, söyleyiveriyorum ben. Hep başkalarını önemsiyorum sanki…Onunla yaşamayı düşünmüyor, başkalarına koşuyorum.
Çok fazla olmuyor ayrı kaldığımız ama bazen özlüyorum onu. Başkalarıyla olmaktan sıkılıyorum. Hep beni dinleyen o iken, böyle zamanlarda ben onu dinlemek istiyorum. Bir kuytulukta bulup oturtuyorum karşıma. Bazen hiç konuşmadan müzik dinliyor, bazen kitap okuyor, bazen bir filme takılıp kalıyoruz. Ama çok eğleniyoruz.
Çok fazla çaktırmasam da, anlattıklarımda hep ondan bir şeyler oluyor. Onu yazıyorum çoğu zaman. Hep onu anlatıyorum belki de, ne bileyim...
Çok fazla kişinin ağzında duyuyorum onun adını. Kıskanmıyorum(!) ama merak ediyorum aynı kişiden mi bahsettiğimizi. Hep bir iyelik eki getiriyorlar yanına, bilmesem de benimki olup olmadığını kızıyorum sahiplenmelerine. Hele bir de “ben, kendim” demiyorlar mı, sinir oluyorum! Pekiştirmesinler onu, eskitmesinler başka kelimeler arasında…
Çok fazla tanıdığımı zannedip anlatırken, çok fazla tanıyamadığımı fark ediyorum. Bazen başkaları benim bilmediğim yönlerini söylüyorlar, şaşırıyorum.
Çok fazla saklamaya çalışırken, çok fazla ön plana çıkarıyorum galiba.
…
Çok fazla şey anlatabilirim belki…
Ama kendimden çok bahsettim.
2009-08-01 , Gazeversite
Okulun ilk günü...
24 Eylül 2009 Perşembe
İlkokuldayken heyecan demekti okulun ilk günleri.. Yaz boyunca görmediğin arkadaşlarla bir araya gelme, o seneki dersleri öğrenip defter-kitap listesini alıp kırtasiyeye koşma... Okul alışverişi, rengarenk defterler, kalemler, silgiler...
İyi bayramlar...
20 Eylül 2009 Pazar
Bu yazıyı görüp göremeyeceğinizden emin değilim, sorun nedir bilmiyorum ama blogger açılamıyor yine. Yeni bir yasaklamanın bizi beklemediğini umuyorum sadece...
Bugün bayram!
Bayramda nerede olmak istiyorsanız orada olursunuz dilerim.
Yanınızda kimlerin olmasını istiyorsanız onlar olsun.
Her şey olmasını istediğiniz şekilde olsun...
İyi bayramlar!
Hiçbir şey göründüğü gibi değil!
14 Eylül 2009 Pazartesi
Birden bir kapı açılır ve kapıyı açan kişi gözlerini mümkün olduğu kadar kocaman açıp öylece kalıverir. Birilerinin onları gördüğünü fark eden bir grup insan, ki bu çoğu zaman iki kişi olur, yaptıklarından sıyrılıp o cümleyi haykırırlar:
-Hiçbir şey göründüğü gibi değil!
Filmlerde olur genelde böyle şeyler. 70-80. yılların filmlerinde bolca karşılaştığımız, karşılaşılacağını önceden adımız gibi bildiğimiz ama hiçbir şeye "dur!" diyemediğimiz olaylar zinciri...
Çoğu şey hep filmlerde olur, tamam, ama yok mu gerçek hayatta böyle şeyler? Ben çoğu şeyi gördüğüm şekilde yorumluyorsam, kalkıp sormaya cesaretim yoksa mesela...Ve o birçok şey, benim algıladığımdan çok çok farklıysa "hiçbir şey göründüğü gibi değilse", o zaman n'olacak? Kim çıkıp "Hiçbir şey göründüğü gibi değil!" diyecek?
Bilmediğimiz her şeye yaptığımızı mı yapacağız yine? Bir kalıp uydurup, öyle kabul edip, yola devam mı edeceğiz?
Sahi neden bu yola "öyle ya da böyle" devam etme isteği?
Dışarda Yağmur, İçimde Yağmur
27 Ağustos 2009 Perşembe
Yağmur yağıyor her gün...Hava kararmadan, aniden başlayıveriyor...Sanki sürpriz yapıyor kendince.Önce yere vuruş seslerini duyuyoruz.Oturduğumuz yerden ayaklanıp pencere kenarıyla buluşuyoruz.Ve güzel bir toprak kokusu...İnsan özünün kokusunu mu seviyor nedir?
Yağmur yağıyor her gün...Ağustos "bitiyorum" dercesine sinyaller gönderiyor oraya buraya. Seviniyorum ama gücenir diye de sevincimi gösteremiyorum...
Yağmur yağıyor her gün...Her gün yıkıyor tüm şehri...Tüm şehirdeki kiri, pası, kötüyü, çirkini...Üzerime yağmıyor belki ama sanki ben de arınıyorum her yağmurda...Düşüncelerimi, sıkıntımı silip götürüyor...
Yağmur yağıyor her gün...Her yağışında bir hayal gelip oturuyor yanıbaşıma...Bir güzel düşünce, bir gülümseme...
Yağmur yağıyor her gün...
Onu gözyaşıyla kıyaslayanları düşünüp kızıyorum o an...
Ancak sevinç gözyaşlarına benzetilebilir gibi geliyor...Belki anlık ama...
Yağmur yağıyor her gün...
Yağmurla ilgili tüm şarkılar dilime üşüşüyor...
başlık:Yüksek Sadakat
Bir başka dünyadan..
22 Ağustos 2009 Cumartesi
Küçük çocuklar bizimkinden çok daha büyük ve zengin olan dünyalarına kabul ettiler beni birkaç gün önce. Son 5 günü onlarla orada geçirdim ve kıskandım..
Sıcak Ayların Serin Geceleri
31 Temmuz 2009 Cuma
"Sıcak ayların serin geceleri olur" derdi dedem. Biz küçüklüğümüzü o serin yaz gecelerinden çıkarıp anlatırdık. Yaz dendi mi o geceler gelirdi aklımıza...Kendini dışarı atmış komşu kadınlarının sesleri arasında oynanan oyunlar gelirdi...Korkan ama yine de saklambaç oynayan arkadaşlar gelirdi. "Sobe" sesleri arasında ordan oraya yarışan veletler gelirdi. Babadan saklı binilen bisikletler, pedal sesleri gelirdi akla. Ailecek çıkılan yürüyüşlerde karışık dondurma alıp külahını çıtırdatmak gelirdi...
Sonra bir de ön balkon, arka balkonumuz vardı bizim.
Ön balkon denilince komşu çocuklarıyla yapılan balkon sohbetlerinden başka şey düşünülmezdi. Lambasız balkonların çekirdek çıtlatan, birbirlerini görmek için arada ayağa kalkan çocukları...Yoldan geçen bir kediye lazer tutup,onu oynatan yaramazları...
Arka balkon vardı bir de. Bu, yaş ilerleyince önem kazanmıştı nedense. Arka balkon, evin arka cephesine baktığından bir sükunet hakimdi oraya. Ara sıra akşam gezmelerinden dönen ailelerin fısıltıları duyulur, bazen bisikletli bir grubun ellerini iki yanına açmış cesur gencine gülünür, bazense gece kuşlarının sesi dinlenirdi. Bir kedi, bir köpek sesi yankılandığı da olurdu. Yan dairenin tv sesi, misafir kahkahaları ise alışılan mevzulardı. Bunlar dışında kalan "sessizliği" dinlemek istemezsen walkman'inin "play" düğmesine basar, kasetin ilk dönme seslerini dinler ve onun bir şarkıya başlama anını beklerdin sabırsızca. Şarkı başladıkça, gözün lacivert gökyüzü üstünde sırıtan aya, yıldızlara kayardı. Bazen şansın yaver gider, gözün kayar kaymaz bir yıldız kayıverirdi. Kayardı o zaman yarılamış bir şarkının hüzünleri...Sarmaşıklar üstünde bitmiş sarı çiçek kokuları gelirdi burnuna o zaman, pembe hayaller gelir otururdu yanıbaşına.
Bazen o arka balkona en yakın arkadaşını getirir, fısıltılar içinde "hayatının sırları" nı anlatırdın. Kıkırdaşmalarla başlayıp, iç geçirmelerle devam eden, esnemelerle son bulan geceleriniz olurdu. Üşüyen kollarınızı sarmalayan yorgan altı sohbetleri bölerdi uykunuzu...En güzel sırlar böyle gecelerde söylenir, en güzel arkadaşlıklar böyle geceleri beklerlerdi...
Serin yaz gecelerine saklamıştın onca mutluluğunu. Serin yaz geceleri, parlak gündüzlerin habercisi olmuştu. Çocukluğunun sevinç dolu çığlığına kulak vermişti onca sene..."Bir oyun ortası duyulan anne sesiyle düşen yüzleriniz"i seyretmişti. Fısıltılarınıza kulak misafiri olmuş sır tutmuştu nedensizce...
Serin yaz gecelerini sevmiştin, sevmiştiniz...
"Sıcak yaz aylarının serin geceleri olur" derdi dedem.
Serin gecelerin sıcak anılarını hatırlayıverirdim hemen...
Gönderen a. zaman: 23:11 2 yorum
Etiketler: a.nur, anılar, arkadaşlık
İyi ki doğdun e.d!
25 Temmuz 2009 Cumartesi
Gönderen Selin zaman: 12:51 6 yorum
Etiketler: doğum günü, e.d, sLn
Bitse artık bu yaz
20 Temmuz 2009 Pazartesi
Ben tembel bir insan değilim, hiç öyle biri olmadım. Hep yapacak bir şeyler buldum kendime. Fazla uyumayı bile sevmem zaten..
Gidemezsin ya hani.. Gitmeyi istemezsin ya bazen..
26 Haziran 2009 Cuma
Bir yerlerden ayrılmak zordur hep.
Ben çocuk iken...
16 Haziran 2009 Salı
İlkokul yıllarımda olmalı, evet evet! Serpil adlı bir arkadaşımla ortak bir defterimiz vardı, neden ortak yapmıştık bilmiyorum. Sanırım iki defter almaya paramız yetmemişti:) Dış kapağında şirinler olan sarı bir defterdi, çok iyi hatırlıyorum. İçine sevdiğimiz şarkıları yazıp, en sevdiğimiz oyuncuların çıkartmalarını yapıştırıyor, eğlenceli şiirlere yer vermeyi de unutmuyorduk.
Mesela o zamanlar meşhur olan "seni anan benim için doğurmuş" gibi absürt bir şarkıyı defterimizle özenle yazdığımız gün gibi aklımda, sonra "Kader"in benim çok sevdiğim bir şarkısı vardı o zamanlar, şimdi aklıma gelmiyor adı onu da eklemiştik. Hatice'nin "çıt çıt" ı da vardı galiba:)
Sonraaa o zamanların meşhur oyuncuları nam-ı değer "Memoli" ve "Deli yürek" defterin her yanını kaplamıştı. Yok efendim çeşitli resimlerini yapıştırmalar, yok "durmuyor deli yüreğim" gibi "haydarinnarinnarinna..."sına varıncaya kadar dizi müziklerini yazmalar, kalp çizip Zeyno&Memoli yi oklara eklemeler..:) Hayır, madem seviyorsun, kendi adını yazsana ne o öyle !
Bir de şiir dedim ya "oburluk" diye bir şiir vardı, ben onu ezbere bilir, böyle yaşar gibi çıkar tahtaya okurdum. Onu da yazmıştık:) Nette aradım şimdi ama yok buralarda. İki kıtasını aklıma geldiğince yazacak olursam, şöyleydi:
Bir gün mutfağa girdim
Annem de yoktu evde
Mis gibi koktu bana
O meşhur içli köfte
Çeşitli yemek vardı
Yan yatıyordu yerde
Kınamayın dostlarım
Oburluk vardı serde
. . .
Neyse, çok güzel defterdi ya neyse:P
Ama bulmak istiyorum, cidden!
Tüm bunlar nereden aklına geldi derseniz, bakın bugün çekmeceleri karıştırırken ne buldum:
(Fotograf makinesinin pilleri sizlere ömür olunca web cam ile çekmek zorunda kaldım, bir de silah ve yüzüklere dikkati çekmek amaçlı böyle yarım oldu, idare edelim:P)
Daha çoktu bir de, parayı bunlara dökmüşüz:))
Yalnızım dostlarım..
8 Haziran 2009 Pazartesi
Ne demiştin?
1 Haziran 2009 Pazartesi
"Erkekler ne söyler kadınlar ne anlar" isminde bir film gösterimdeydi geçtiğimiz haftalarda.Bir kitaptan uyarlanmış ama kitabı okumadım, herhangi bir fikrim yok..
Gönderen Selin zaman: 17:28 0 yorum
Etiketler: aşk, erkek milleti, hayat, kadın milleti, sLn
Kiraz Ağacı
22 Mayıs 2009 Cuma
Kış buhranlı geçmişti biraz. Soğuk geçmişti. Üşümüştü o. Üşümüştü güneşli günler. Üşümüştü börtü böcek. Üşümüştü kiraz ağacı.
Yaşlıydı biraz. Yaş-lanmıştı, gün be gün ömrüne yıllar biniyordu işte, daha ne olsundu? Ama memnun muydu hayatından? Hani derler ya “Her şey hayalimdeki gibi olsun” diye, onunki olmuş muydu?
Düşünceler içinde mutfağa seyirtti. Bir dumanı üstünde çay alıp, kiraz ağacını göz hapsine alan o pencere kenarına ilişti. Çiçeklenmişti ağaç, mevsim bahar idi. Üşümeleri üzerine ceket alırken, o üzerindeki ceketleri sıyırmış, dolabın bir köşesine koymuştu. Bu kiraz ağacı biliyordu işte her şeyi… O çiçeklenip meyve verirken bir yandan da pencere komşusuna bakmayı ihmal etmemişti herhalde.
Dün bir genç idi, tutkulu, hayalci belki, belki çekingen, belki korkak, belki buhranlı, belki deliydi, delicesine seven biriydi… Şimdi neydi? Yaşı varmıştı 50’ye, merdiven dayama kalmamıştı, merdivenler de eskimişti zamanla. Ama değişmemişti işte; hala deli, hala tutkulu, hala hayalci, hala hayalleri ardından gözyaşı dökecek kadar buhranlı, hala “ya olmazsa” diyen korkak, hala bazı şeylere uzak duracak kadar çekingendi…
Kimileri yıllar geçince bir şeylerin değişeceğini iddia ediyordu. “Değişiyor” diyorlardı; “Hayaller yitip gidiyor, sevgiler eskiyor, yıpranıyor, tutku denen şey size tutkalmışçasına yapışmıyor…” diyorlardı. Demek ki bir problem vardı ortada. Onların tutkuları tutku, onların sevgileri sevgi, onların hayalleri hayal değildi belki de. Onlar, geçen yıllarla birlikte arkalarında benliklerinden bir parçayı da bırakıp gidiyorlardı belki de… Belki de yaşamanın ne demek olduğunu idrak edememişlerdi yıpranmış beyinleriyle…
Çayından bir yudum daha alıp, ben değilim ki farklı olan dedi. Farklı olanlar; yaşamayı bilmeyen, bilmek istemeyenler. Yaşamak, yaşlanınca yaşamın iplerini salıvermek değildi ki…
Her şey gençken olup bitmez ki… Her şey zaman çarkında un ufak olup gitmez ki… Belki yorgundu biraz daha, belki hayalleri gerçekleşmemişti, olsundu. Bu işlerin bir de “belki” si yok muydu “hala”sı olduğu gibi?
…
Kış buhranlıydı işte ama her kışın bir baharı vardı, bir yazı vardı… Ömür bir döngüydü, insan bir kiraz ağacı. Her ne kadar yıllar geçiyor olsa da-ağaç büyüse de- mevsimler aynıydı, durumlar aynı…
Vakti zamanında gazeversite'de yayınlanmış bir yazım idi...
cevabını bulamadıklarım..
17 Mayıs 2009 Pazar
Bir insanı gerçekten tanımak ne kadar sürer?
Gönderen Selin zaman: 12:20 1 yorum
Etiketler: arkadaşlık, sLn
Rembetiko!
27 Nisan 2009 Pazartesi
Geçen yıl devlet tiyatrolarının aylık çizelgesini incelerken gözüme iki oyun ismi takılmıştı. Biri Giordano Bruno idi ve bir diğeri de Rembetiko! Giordano Bruno şu ana kadar izlediğim en güzel oyundu evet ve diğerini de dün izleyip ikinci sıraya koydum! Dün, tarihe unutulmayacak bir oyun ekledim: "Rembetiko" dedim, unutma dedim:)
Mübadele…
Göç…
Yabancılaşma…
Tutunamama…
Ve bir çığlık: Rembetiko
Aşkın ve isyanın ezgili çığlığı!
Sahnede bir oyuncu belirir ve bu sözleri sarf eder...Sonra bir toz bulutu kaplar her yanı ve rüya
Müzik içinize işler, sesler, oyunculuk, danslar hepsi bir bütün olarak içinizde yer edinir birer birer...
La Maison En Petites Cubes
15 Nisan 2009 Çarşamba
Ağaç ahalisi bu ara sessiz...
Gönderen Selin zaman: 00:51 0 yorum
Etiketler: kısa film, la maison en petites cubes, sLn
Bir sınav sabahı...
5 Nisan 2009 Pazar
Yıldız Teknik Üniversitesi Davutpaşa Kampüsü'nde bir sınav öncesi...
Ama ama o sevgilim!
2 Nisan 2009 Perşembe
Because you had a bad day...
24 Mart 2009 Salı
Sene 2005.
You kick up the leaves and the magic is lost
They tell me your blue skies fade to gray
They tell me your passion's gone away
And I don't need no carryin' on
You stand in the line just to hit a new low
You're faking a smile with the coffee you go
You tell me your life's been way off line
You're falling to pieces every time
And I don't need no carryin' on
Because you had a bad day
You're taking one down
You sing a sad song just to turn it around
You say you don't know
You tell me don't lie
You work at a smile and you go for a ride
You had a bad day
The camera don't lie
You're coming back down and you really don't mind
You had a bad day
You had a bad day
Will you need a blue sky holiday?
The point is they laugh at what you say
And I don't need no carryin' on
You had a bad day
You're taking one down
You sing a sad song just to turn it around
You say you don't know
You tell me don't lie
You work at a smile and you go for a ride
You had a bad day
The camera don't lie
You're coming back down and you really don't mind
You had a bad day
(Oooh.. a holiday..)
Sometimes the system goes on the blink
And the whole thing turns out wrong
You might not make it back and you know
That you could be well oh that strong
And I'm not wrong
(yeah...)
So where is the passion when you need it the most
Oh you and I
You kick up the leaves and the magic is lost
Cause you had a bad day
You're taking one down
You sing a sad song just to turn it around
You say you don't know
You tell me don't lie
You work at a smile and you go for a ride
You had a bad day
You've seen what you like
And how does it feel for one more time
You had a bad day
You had a bad day
Pembe pembe diziler
23 Mart 2009 Pazartesi
Gönderen Selin zaman: 12:56 4 yorum
Etiketler: çocukluk, pembe dizi, sLn, televizyon