2009 gelmekteymiş, buyursun gelsin

30 Aralık 2008 Salı

Bir yılın bitmesi, başka bir yılın başlaması benim için çok bir şey ifade etmiyor. Yeni bir yıla girmeyi umursayan herkesin yeni yılı kutlu olsun.

Umarım 2010'a girerken "2009 da ne güzel geçti be" diyebiliriz/diyebilirsiniz.

2007'den, 2008'den biraz daha iyi olsun, çok bir şey istemiyorum.

Her şeyin istediğiniz gibi gittiği güzel bir sene dilerim.

Bu sene çok mutlu ol okuyucu olur mu :)

Sevgiler...

Uska Dara :)

29 Aralık 2008 Pazartesi


Geçen akşamlardan birinde Cem'in (erkek arkadaşım) ailesinin evinde yemekteydik. Muhteşem bir caz arşivi olan babası yemek için bir cd koydu playera. Müzikler süperdi ki bir şarkı çok dikkatimi çekmişti fakat söyleyenin ismini almayı ozaman unuttuydum. Bugün haberlerde o parçayı seslendiren Amerikalı ünlü cazcı Eartha Kitt 'in öldüğünü öğrenince söyleyenin o olduğunu da öğrenmiş oldum.

Parça hepimizin bildiği bir parça yalnız seslendiren Amerikalı. Çok sevimli olmuş açıkçası. Herkes sevmeyebilir ama gene de dinlemenizi tavsiye ederim buyrun ;


eartha kitt - Uska dara.mp3 -


Beni ara!

28 Aralık 2008 Pazar

"Google'de kimler neler aramış, google kimleri buralara göndermiş" konulu yazılarımızdan ilkine başlıyoruz :)


*"İki gönül bir olunca"
Samanlığın seyran olmasının yanısıra her şey de güzel olur be!

*"Kırmızı ama elma değil"
Google'ı tebrik ediyorum :) Kırmızı ama elma değil aramasını kırmızı ağaca yönlendirmek zekice :p Arayan arkadaş da sorusunun cevabını almıştır böylece :)

*"Ağzıyla müzik yapanları dinle"
Bir voice male vardı, Sertap Erener'le zor kadını söylemişlerdi. Türkiye'de de bir "Vokaliz" kurdular, gülmekten dinleyemiyordum ben. Kocaman adamlar tuhaf sesler çıkarıp, tuhaf figürler yapınca komik görünüyordu bana :) (voice male'i klip dışında görmedim, komik görünüp görünmedikler konusunda yorum yapamıyorum.) Bir de İstiklal'de durmadan Godfather'ın meşhur müziğini çalan bir abi var, hangisini alırdınız?

*"Aşk arıyo"
Aç bakalım telefonu, derdi neymiş görelim.

*"bayayı sürünce ne olur"
Çok kötü olur.

*"bayramın ikinci günü askere giden erkeklerin isimleri"
Bu nasıl bir meraktır? Eski sevgilisinin askere gidip gitmediğini öğrenmeye çalışan bir kız bence bu arkadaş. Ortak tanıdık yok mu be güzelim? Ara, sor...

*"Bir kızda olması gereken maddeler"
Ben bu soruya nasıl cevap vereceğimi bilemedim :) Fikri olan?

*"dul kız"
Zor biraz.

*"dullar bekarlar"
Hepsi kabulüm diyorsun.

*"iki gönül bir olunca ...... olur"
Aramada çığır açıldı şu an!

*"İşler ne zaman yoluna girer"
Google bilir mi ki? Biliyorsa ben de sorayım :(

*"Kağıt kullanımında ağaca verdiğimiz zarar"
Zarar vermek ne demek, yok ediyoruz daha ne olsun...

*"Mutluluk kaynakları"
Benimkiler burada. Seninkileri google bilmez, ben hiç bilmem :-/

*"Polonya vizesi ve arkadaşlık evlilik"
Önce vize alıp Polonya'ya gitmek istiyor, sonra orada biriyle arkadaş olmak en son da evlenmek istiyor onunla sanırım ?!

*"Sen benimsin onun oldun"
Şimdi onun olduysa "sen benimsin" diyemeyiz, "sen benimdin" deriz, bu kısa dilbilgisi dersinin ardından "ah yavruuuum yazık sanaaaaaa" diyorum en sevgi dolu halimle. Geçmiş olsun ne diyeyim :-/

*"Sevgilimle nasıl vakit geçirsem"
Siz bence bir an önce yollarınızı ayırın! Çok ciddi söylüyorum :) 
"Ne yapsak da zaman çabuk geçse, sonra da kurtulsam" anlamı çıkarıyorum ben bundan.
Bakın gençler ortak olarak sevdiğiniz yerler vardır değil mi? Eğer yoksa birinizin isteğine bir diğeriniz uyarsınız muhtemelen, yani olması gereken budur ama uyamıyor ve durmadan yer konusunda kavga ediyorsanız yollarınızı ayırın önerimi tekrarlayacağım :p Seçtiğiniz mekana göre de neler yapabileceğinize karar vereceksiniz, her şeyi devletten beklemeyin, google'a da Güzin abla muamelesi yapmayın rica ediciim.

*"Süper liseye seçilen öğretmenler mi girer"
Süper liseler kaldırılmadı mı 8-) Hani bütün liseler 4 yıl oldu ya... (yanılıyorsam düzeltin lütfen.)

*"tutturmalı kalın kemer"
çirkin bir şey bence :) ama zevkler ve renkler meselesi tabi...

*"Yazacaksan yaz"
Peki, sen yeter ki kızma

*"Öğretmen olmak için ne yapmak gerekli"
İlköğretim okulu ve liseyi bitirdikten sonra öss sınavına giriyoruz, üniversitede "...... öğretmenliği" şeklinde ismi olan bölümlerden birini kazanmaya çalışıyoruz. Olmadı da "matematik, Türk dili edebiyatı, kimya" gibi ismi olan bir bölümü mü kazandık? Olsun, oku sen yine de. Okul bitince alabilirsin pedagojik formasyonu. Okul bitti mi? Bittiyse şimdi KPSS'ye giriyoruz, sonra da oturup atanmak için dua ediyoruz. Afiyet olsun.

*"Üfürükten prenses dedi ki"
Yanlış geldin, prenses burada bir şey demiyor :) Seni şuraya alalım: http://ufuruktenprenses.blogspot.com/
Prenses telefon sana :))

Devamı gelecek...

kartınız var!

26 Aralık 2008 Cuma

Sabah kapımızın altından 3 tane kart atmıştı postacımız. Halam size bir şey gelmiş deyip verdi kartları, baktım ikisi bana, birinin gönderildiği kişiyi tanımıyorum :-/


Kart temmuz ayında Türkiye'den Fransa'ya gönderilmiş. Adres yanlış olduğu için Fransadan Türkiye'ye geri göndermişler, ancak yollayanın adresi yazılı olmadığı için gönderenlere geri dönememiş kart. Ne alakaysa bana gelmiş :s

Postacılarımız tuhaf insanlar. Yıllardır son ödeme tarihlerinden sonra gelir benim kredi kartı ekstrelerim. Sınav kağıtlarımı da komşulardan topladığım olmuştur.

e.d.'ye gönderilmiş bir kartın üzerindeki yaratığın ne olduğunu oturup tartışan postacılar var misal. Bir de gelip "biz arkadaşlarla baktık baktık bir şeye benzetemedik, ne bunlar" diye sormuşlardı :)

Benimki de ayrı bir tuhaflık işte... Gönderen adresini yazmamışsa postanede kalır o, gidip başkasının kapısından atmanın anlamı nedir ki?

Arzu, Atilla ve Mehmet hep birlikte yazmışlar; kartın muhattabı Elmas, ayrıca Yasin'i öpüp Turgay abiye de selamlar göndermişler. Fransız posta idaresi "N'habite pas à l'adresse indiquée, retour à l'envoyeur" diye mühürlemiş, ama göndereni bulamayan posta idaremiz kartı bana getirmiş :D

Bizim postaneye ulaşınca bizimkiler bakmış bakmış muhtemelen, "gelse gelse bu manyaklara gelmiştir Fransa'dan" demişler ve bize getirmişler diye tahmin ediyoruz. (postcrossing üyeliğimiz sebebiyle, durmadan ordan burdan bir şeyler geliyor da.)

Seviyorum postacılarımızı...

Çağrı at bana çağrı atayım sana

24 Aralık 2008 Çarşamba

Geçtiğimiz günlerden herhangi birinde otobüste giderken arkamdan birden bir çığlık sesi duydum.

Ağzını büzerek konuşmayı sevimlilik sanan kızlardan biri karşılaştığı arkadaşına şöyle dedi:

"geçen gün sana çağrı attım yaaaaaa niye karşılık vermediiiiiiiiiiiiiin"

Çocuk neden attığını sordu, kız cevap verdi:
"hiiiç öylesineeeee, rehberimdekilere çağrı attım sırayla"

Yaşları da 20 veya üzeri. Küçük de değiller yani.

İlk telefonumu aldığımda orta okulu yeni bitirmiştim. O zaman çağrı atardık birbirimize, ama bırakalı çok oldu.

Ben artık kimse atmıyor sanıyordum, telefonu eline alıp sırayla herkesin telefonunu çaldıran kız modeli hala yaşamaktaymış meğer :-/

Kabus gibi ya, bir de ağzını büze büze konuşmuyor mu :s Umut Sarıkaya karikatürünün içine düşmüş gibi hissettim kendimi :D (Ben karikatürü açıklayan şahsiyetim.)

İtici olmak için neden zorlar insan kendini?

"Ay canııııııaaaaooom yeeaaaaaa sana çaaarı attıııım niiiiye ceeevaaaoop vermiyoaasuuaaaaan"

Bir sabah..

22 Aralık 2008 Pazartesi

Soğuk bir İstanbul günü ağır adımlarla deniz kıyısında yürüyüp düşünmekteyken, 

"Her şeyin zamanı var" 
dedim kendime.

"Olacağına varacak her şey günü gelince... Olacaklar seni mutlu edecek mi bilemem. Ama umudunu kaybetmek için bir sebep yok!"

Bir sabah...

Elbet bir sabah...

İyi olacağım, iyi olacaksın, iyi olacak, iyi olacağız...

Bu ay e-vren günlüğündeyim :)...

Bir süredir yazılarımın okunmasından, beğenilmesinden ne kadar mutlu olduğumu söyleyip duruyordum. Bu duygumu pekiştiren başka bir etken de yazılarını sürekli takip ettiğim ve en iyilerinden biri olduğunu düşündüğüm blogger arkadaşım Evren'in sitesinde bana da yer vermesi oldu. Bu ay, yani Aralık ayı misafir kalemi olarak sevgili Evren beni kendi mekanında ağırladı. Kendimi bana özel hissettiren arkadaşıma sonsuz teşekkürler...

"Nice Senelere Kayıp Şehrin Miniği...

Yeşildi kornası bisikletimin; lila rengi boyaları dökülmüş, alttan pası çıkmıştı. Sitedeki en eski ama en güzel bisikletlerden biriydi benimkisi. Düşmemek için kaybettiğim yarışlarda suç hep ona atılmıştı. Çocukluk yapbozumun en güzel parçasıydı. Sonra kötü eller kıskandı ve onu benden aldı. O günden beri pişmanım diyebilirim. Her zaman dört kat yukarı çıkarırken onu, birgün üşendim ve minik dostumun ısrarlarına rağmen apartmanda bıraktım. Hırsıza davetiye bu oluyormuş anlamış oldum. O gün onu son görüşümdü; bir daha başka bisiklet de almadım zaten.

Sitenin çocukları yarışlara bensiz devam ederken biz iki kardeş oyalanacak başka şeyler bulduk. Kapısını aşındırdığımız tesisatçı amca bütün artık boruları bize ayırır oldu. Şu ince su boruları var ya, işte onlar bizim yeni oyuncağımız oldu. Babamın da desteğiyle cephanelik ve sığınağa çevirdiğimiz evin garajı artık yeni mekanımızdı. Ben, kağıttan ok yapma görevini üstlenir; ağabeyim de boruları zararsız ama işlevli oyuncak silahlar haline getirirdi. Saatlerimizi, günlerimizi, hatta bütün yazımızı orada geçirir; yaz sonunda huzura kavuşmuş bir halde okulun yolunu tutardık.

Adapazarı zaten çok büyük bir yer olmadığından ve ev-okul arası mesafe de mümkün olduğunca kısa tutulduğundan okuldaki sınıf arkadaşlarımın çoğu aynı zamanda mahalle arkadaşlarımdı. Sene boyunca, yazın yaptığımız yarı yaramaz fakat son derece eğlenceli aktiviteleri birbirimize anlatırdık. Yaz döneminde yaşanan küslükler kokulu defter değiş tokuşuyla yerini sıcacık bir dostluğa bırakırdı. Gün sonunda minik dostumla barışmanın verdiği coşkuyla eve dönerken içimi inanılmaz bir huzur ve mutluluk kaplardı. Ne de olsa o kişi sizin en iyi oyun arkadaşınızdır; kırılamaz, üzülemez çünkü o üzülünce siz kahrolursunuz.

Hayatımın (en) güzelliklerini paylaştığım bu dönemin sonunu getiren bir gecede hayatımın en unutulmaz anılarına sahip olduğumu biliyorum." Yazımın devamını burada bulabilirsiniz...

Tekrar teşekkürler www.evrengunlugu.net

sLn de teşekkür etsin :)

21 Aralık 2008 Pazar

Kendimi ifade ederken konuşmaktan çok yazmayı tercih ettim hep, galiba yazmayı daha kolay bulduğumdan...

İşin en tuhaf tarafı kötü şeyleri değil de iyi şeyleri söylerken daha çok zorluk çektim yıllar boyunca.

Biliyorum ki insanlar okumaktan ziyade duymayı tercih ederlerdi pek çok şeyi ama beceremedim/beceremiyorum kolay kolay işte...

Karşıma alıp konuşamadığım insanlar vardı, söylemeyi beceremediğim sözler vardı, vardı da vardı. O yüzden aylar önce yazdıklarımı başkalarıyla da paylaşmaya karar vermiştim. Nereye kadar ulaşırdı söylediklerim, duymasını istediklerim duyar mıydı bilmeden başladım. Doğrusunu isterseniz hâlâ da çok emin değilim yazdıklarım gerçekten yazmayı istediklerim mi, ulaşmasını istediğim yerlerden duyuluyor mu sesim vs. vs.

Sonra da toplaştık işte ve ortaya mavi elmaları olan kırmızı bir ağaç çıktı!

Geçen akşam açıklama yazısı yazmamı istedi Dilara benden, "iyi, yazarım" dedim. Sonra baktım ki çıkmıyor hiçbir şey. Küçük çocuklar gibi panik oldum,
"Ama, ama ben ne yazacağım ya yazamam ki ben, acaba Dilara'ya ben yazamıyorum sen yazar mısın mı desem uff çıkmıyor bir şey yaa"

Sonra bir an durup düşündüm... Neredeyse 1o aydır paylaşıyorum yazdıklarımı birileriyle. Yazmaya başlarken düşündüğümden çok daha fazla insana ulaşıyor sesim. Birileri yazdıklarımı okunmaya değer buluyor, yorumlamaya değer buluyor. 1 paragraf için bu kadar panik olmama ne gerek var :)

Kim ne kadarını okuyor yazdıklarımın bilmem, kimin ne düşündüğünü de bilemem. Aslını sorarsanız deliler gibi bilmek isterdim kimlerin okuduğunu... Gerek yok şimdilik ne düşündüklerini bilmeye, okuyanların kim olduğunu bilsem kâfi :) Düşünceleri sonra alırız :)

Şu an bunları okuyan kişi belki çok yakın bir arkadaşımdır, belki sadece blog vasıtasıyla tanıdığım, ismini cismini bilmediğim ama hayatına dair pek çok ayrıntıyı bildiğim insanlardan biridir, belki çok uzun zamandır görmediğim bir dostumdur, belki x'tir, belki y'dir... Belki okuyorsundur zırvalarımı, bilemem ki :)

Her kimse artık işte okuyan, seviyorum seni be! (muhtemelen seviyorumdur diyelim yine de :p ) Bir yerlerde seni anlayan birilerinin olduğunu bilmek güzel...

Dün çok sevimli mesajlar alıp mutlu olduk, teşekkür etmek istedim her birine ayrı ayrı...

ve RedPharos'le e.d. size de teşekkürler tabii :))))

(Kafamı kurcalayan şeyler var şu an, blogla ilgisi yok tabi. Kelimelerimi idareli kullanmaya çalışıyorum, bu ara ihtiyacım olabilir kendilerine.. Stresliyim, heyecanlıyım, dokunsanız ağlayabilirim ya da deliler gibi gülmeye başlayabilirim... Midemdeki kelebekler dışarı çıkmak için her şeyi yapıyorlar şu an... Öyle bir ruh halinde ancak böyle bir teşekkür edebiliyorum.)

Haddini bil çok konuşma, yazacaksan yaz hadi...!

Aman da aman bıdı da bıdı hanimiş!!! Nidaları atarak blogumuza baktığım şu günlerde, bir hayli yoğun koordinatlarda olsak da öğrenci ahalisi olarak, pes etmemek gerektiğini öğrendik sanırım. Yazıldığı kadar okunuyor olmanın, tahmin edilmeyecek gözler tarafından da sadece bakıldığını değil gördüğünü hissetmek gibi telaşlandırıcı ve bir o kadar keyif verici bir his bu.

Seni görmüyorum ama anlattıklarımı anlıyorsun değil mi? hadi sen de anlatsana biraz!

Dünyayı kurtaran adamlar biz değiliz elbet, '' bu kadar abartmanın alemi ne canım susun artık'' diyebilirsiniz ama birşeyleri söylemek için bazen o anı beklemek gerekirya işte bu da farzedin ki benim anım :)İşaret fişeğini duydum bile. Kulak tırmalamaya niyetlensem de gerçekleştirmem olası değilken harflerden acısını çıkarmak daha yerinde bir davranış olur diye düşündüm. Açık açık yazmam ki hem ben, dolaylarımda dolaylarım farkında olmadan, bilmeyen anlamaz , sanırdım çoğu zaman...meğerse tahmin ettiğimden çokmuş sessizce sohbet ettiğimiz insan sayısı. Neden bilmiyorum sanırım hepinizi seviyorum...

nerde kalmıştık...

-Aman da aman hanimiş blogumuza...minik kırmızı ağacım benim. Daha dün gibi aklımda fidan halinle tomurcuk verdiğin o günler...

Sözün kısası; bir teşekkürü ben de
borç bilirim, pek teşekkürler.

Güzel bir duygu :)

20 Aralık 2008 Cumartesi

Bizim bi-log günün blogu olunca çocuğum sınıf birincisi olmuş gibi sevindim. Hoş o duyguyu da henüz bilemiyorum gerçi :P. Demek istediğim anası,babası ve kardeşi olan bir aile blogudur bu. Her birimiz kırmızı bir ağacın mavi elmalarıyız. Her birimizin farklı tadı, farklı zehirleri vardır :). Yeri gelir o zehri burada yeri gelir kendi bloglarımızda akıtırız.

İçimde ilk defa birşeyler yazma isteği uyandığında orta sondaydım. Depremden yeni çıkmıştık ve istanbula gelmiştik. Kendimi en ezik hissettiğim dönemlerden birinde yeni bir okula kayıt olmuştum. Bütün öğrenciler birbirini tanıyordu doğal olarak ben onların son senesinde aralarına katılmıştım. Müdürün beni dersin ortasında sınıfa aldığını hatırlıyorum. Millet uzaylı görmüş gibi bakmıştı ki anladığım kadarıyla o kadar da misafirperver değillerdi.

O gün kimse benimle konuşmadıydı. Her ne kadar bazı nedenlerden dolayı arkadaş edinmekte fazlasıyla zorlanıyor olsam da kimsenin arkadaş olmak için çaba sarfettiğini hatırlamıyorum. İlerleyen dönemlerde de genelde pasif ve içine kapanık bir birey olarak o son seneyi bitirdiydim. Bu dönemde de kimseyle konuşamadığım için sürekli yazardım. Rahatlamanın başka yolu yoktu çünkü.

Zaman geçti ben her sene biraz daha iyi hissetmeye başladım. Sonra farkettim ki en iyi asosyalken yazabiliyormuşum. Yazmaya devam ettim he ne kadar fazla depresif şeyler çıkmasa da ortaya yazdım, yazdım ve hala yazıyorum. İyi ki yazıyorum :). Şu an o zamankinden çok farklı bir ruh hali içerisindeyim tabii ki. Büyüdüm artık arkadaşlarım, çevrem değişti ve kendime güvenim geldi. Umarım gitmez :P.

Yazdıklarım okundukça daha bir yazasım geliyor. Yazdığım bloglar da değer görüp ödüllendirilince çok mutlu oluyorum. Grup halinde birşeyleri paylaşmak da inanılmaz mutluluk verici. O yüzden sevgili sLn ve e.d kişisine de teşekkürlerimi sunuyorum. Arkadaşlar iyi ki varsınız iyi ki yazıyoruz ya :).

Yazdıklarımıza bir değer verip okuyan diğer arkadaşlara da kendi adıma sonsuz teşekkürlerimi sunarım.

...

Bu defa tebrikler hepimize!!! :)

Bu sene son...

19 Aralık 2008 Cuma

"4. sınıf çok rahat yaaa, hocalar son sene diye zorlamıyor, bırakmıyorlar kimseyi kolay kolay" cümlelerini söyleyen insanları tek tek bulup her bir harf için kendilerine 3 saat işkence yapmak istiyorum.


Çocukluğumdan beri dikkatimi çeken bir şey var. İlk ve orta okulda hangi okulda olursanız olun aşağı yukarı aynı şeylerle uğraşırsınız, lisede alan seçilir, meslek liseleri vs. vardır, ordan sonra değişmeye başlar gördüklerimiz, öğrendiklerimiz.

İlk ve orta okuldayken benden büyük olan herkesten benzer şeyler duyardım. Misal ben 3. sınıfta mıyım, diyalog şu: 
-ooo 3. sınıfta bir şey yok ki, sen gel bir de 5'i gör, 5 çok zor.
-Hıı öyle miiii

5'e geçtim, örnek olarak verdiğim hayali kişilik 7'de:
-X yaa sen 5 çok zor diyordun 5 zor değilmiş ki.
-5 zor mu, yok canım ne zoru, sen 7'ye bir gel de gör, o kadar zor ki. İngilizce yok bir kere 5'te ona şükret. Bütün renkleri ezberletiyor öğretmen. Bambaşka bir dil yaa ben nasıl öğreneyim.

7'ye geldim, hayali kişilik kaçta bilmiyorum çünkü hazırlık okumuş da olabilir okumamış da olabilir. Ama lisede olduğu kesin.

-Ben ingilizceden hep 100 alıyorum, zor değilmiş ki, sen zor demiştin X'cim.
-Orta okuldaki ingilizcede ne var sen liseye bir gel gör ingilizcenin ne kadar zor olduğunu.

Efendim lisede dil alanı seçtim, bahsi geçen hayali kişiliği uydururken esinlendiğim bütün kişilikler en fazla elementary seviyesine gelebilmişken ben okul açısından şanslı olduğum için upper intermediate'a varabildim lisedeyken. (şanslı olduğum için derken özel okul vs. değildi, bildiğiniz yabancı dil ağırlıklı lise. Hocalar açısından şanslıydım ben.) Yetmedi Almanca'yla boğuştum. Lise bitti, üniversitede kendimi Fransızcada buldum. Bu kez ne oldu bilir misiniz?
"Dil öğrenmek zor değil ki"

E anacım madem kolay öğrenseydin o vakit!?

Hazırlık okumadım, hiç sene kaybetmedim diye kendisiyle övünen arkadaşım ilk senesinde kazanamadı üniversiteyi, ben yine yetiştim ona. Okulunu bitirdi yüksek lisans için gereken puanı aldı sınavdan ama başlayamadı yüksek lisansa, neden bildiniz mi? Evet, evet dil öğrenmeye çalışıyor şu an başlayabilmek için! Sene kaybetme muhabbetine de oldum olası kızmışımdır zaten. Ben en baba kursta bile bana lisedeki kadar güzel ingilizce öğretebileceklerine inanmıyorum efendim. Ben o senemi kayıp değil her yönden kazanç olarak görüyorum, o yüzden "aa hazırlık okudun bir sene kaybettin" diyenlere her daim çıkışmışımdır zaten. Senelerimi dershanelerde, kurslarda geçirmedim en azından.

Konudan konuya atlıyorum yine.

Kendi yaptığını dünyanın en zor şeyi olarak anlatan, başkalarının yaptıklarını küçümseyerek kendini yüceltmeye çalışan insan evlatlarına hep uyuz olmuşumdur. Okulu bitirdikten sonra "aa son sene çok kolay geçiyor" diyenler de acaba bunlar mı, acaba "ben kolayca geçtim, sen zorlanıyorsun, ben zeka küpüyüm, sen azıcık salaksın galiba" mesajı mı vermek isterler acaba???

Son sene kolay falan değil efendim. Hocalar 4. sınıfın son senemiz olmaması için ellerinden geleni yapıyorlar.

Lisede de son sene hocalar çok rahat davranıyor derlerdi, lisedeki son senem gerçekten inanılmaz rahattı. ÖSS ya da YDS'ye yönelik işlerdik bütün dersleri. E zaten dil alanındayım, haftanın 4 günü 4'er saat, bir günü de 2 saat ingilizce dersim var. "Hocalar saçma sapan ödevler veriyorlar biz sınava gireceğiz çalışmamız gerek bunlar bizi nelerle uğraştırıyorlar" türünden serzenişlerim olmadı doğal olarak. Gerçi şikayet edecek yüzüm de yoktu, sınava hazırlandığım seneyi kitap okuyarak geçirdim çünkü. Dershanedeki ve okuldaki hocalarım orada test çözdürmeseler evde gidip muhtemelen çözmezdim. Okulda çözünce de iyice rahata veriyordum tabi, amaaan nasılsa okulda çözdüm diye :D

Bir öğrencinin hayatının en karmaşık olduğu sene normalde lise sondur, ben o seneyi rahat ve kaygısız geçirdiğim için acısı yeni çıkıyor herhalde :-/ Ya da lisedeyken beynimi okul dışında kurcalayan bir şey olmadığı için rahattım, bilemem.

Durmadan ödev hazırla, bir sonraki sene ne yapacağını düşün, hocalar canını sıksın, bir cinnet anında başladığın açık öğretimden 1o tane ders seni beklesin...

4.sınıf gerçekten sıkıntıymış! Lisedeyken "üniversiteden çıkmak üniversiteye girmekten daha zor" diyen herkese sevgilerimi sunuyorum. Haklıymışsınız be! Okul stresinin yanına bir de büyüme stresi ekleniyor. Hayat daha fazla yoruyor vs. vs.

Bitecek ama di mi :-/
Biter!
Bitmeli!

Dil öğrenmeyi oldum olası sevdim, edebiyatı, psikolojiyi de sevdim. Dilsel zekamın daha baskın olduğu aşikar. Öğrenmeyi istediğim diller listem vardı YDS'ye hazırlanırken. İngilizce ve Almanca zaten öğrenmeye başlamış olduğum için listeme dahil değildi. Yoksa ikisi de sevdiğim dillerdir.

O dönemki sıralamayı hatırlamıyorum ama listemde şunlar vardı: İspanyolca, İtalyanca, Rusça. Bir de arkadaşlarımla aramızdaki bir espri yüzünden listelerimize dahil edilmiş Urduca.

Üniversitede bunlardan birini okumak istiyordum. İngilizce, Almanca, İspanyolca, İtalyanca ve Rusça. Bir de kesinlikle gitmek istemediğim bölüm olarak yanına işaret koyduğum iki bölüm: Fransızca Öğretmenliği ve Fransız Dili Edebiyatı.

Asla "asla" dememek gerektiğini öğrendiğimiz gün yerleştirme sonuçlarının açıklandığı gün oldu :)
Okulum bitti bitecek, hâlâ aynı hisleri besliyorum Fransızca için. Değiştirmeye çalıştım, başaramadım :))

"Sevmesem bile başladım bari en iyi şekilde öğreneyim" dedim sık sık, ama öğreten insanlar isimlerinin başındaki sıfatlara rağmen öğretme konusunda çok başarılı olmadıkları için okulda öğrenmem imkansız onu biliyorum. Açık söyleyeyim kendim de herhangi bir çaba sarfetmedim. Daha doğrusu sarfetmemiştim, birkaç gündür kendimi zorlamaya çalışıyorum. Sanırım işim gücüm çok olduğu için zaman bulamayacağımı biliyorum, "ben kendimi geliştirmeye çalıştım ama öyle yoğundum ki zaman bulamadım" diye kendimi kandıracağım ileride, o yüzden böyle yoğun bir dönemi seçtim bunun için... 

Fransızca şarkı dinlemeye çalışıyorum, normalde dublajlı filmleri sevmem, hiç bilmediğim bir dil bile olsa kendi dilinde izlemeyi tercih ederim, ama Fransız filmiyse Türkçe dublaj seçeneğini tercih ederim. Bir süredir Fransız filmlerini de orijinal dilinde izlemeye çalışıyorum. Gülmeyin bu benim için büyük bir gelişme :D Hatta yakın zamanda Fransızca romanlar bile alırım bakarsınız kendime :p 

(pedagojik formasyon derslerine bayılan bir dil öğretmeni adayı olarak takdir edersiniz ki dil öğrenmek için neler yapmak gerekir sorusunun cevabını biliyorum, benim yaptığım şekilde olmayacağını da biliyorum :) Öğrencinin öğrenmeyi reddetmesi diye bir kavram vardır, öğrenci öğrendiği şeyi sevmezse o şeyi öğrenmeyi reddedebilir, ne yaparsanız yapın öğretemezsiniz. Bir öğrenci olarak öğrenmeyi yıllardır reddediyorum :-/ )

Konudan konuya atladığımız, anlatmayı planlamadığımız her şeyi anlattığımız, ama aklımızdan geçen hiçbir şeyi anlatamadığımız bir yazının daha sonuna geldik. Dünyanın en kötü kapak tasarımlarından birine sahip olan "Je voyage en français 3" isimli ders kitabını inceleme ödevimi yapmalıyım. Kolay gelsin bana.
Hepinizi seviyorum.

Sevgiler...

huzur kavanozu

17 Aralık 2008 Çarşamba

Rahatlama hissini bir süredir sırt çantamın diplerinde bir yerlerde unuttuğumu hissediyormuşum meğer. O his yanıbaşımda hep benimle ama üstüne o kadar çok şey yığmışım ki farkında olmadan bugün çantayı karıştırırken farkına vardım. Cam bir kavanozun içinde duruyordu ama ses çıkarmadan yerinde durduğu için farkına da varamadım tabi. Şanslıydım ki camı kırılmadan taşımayı başarmışım. altına bir kitap koyunca destek olarak olduğu yerde benim onu farketmemi beklemiş meğer. Kavanozu akşam saatlerine doğru bulup içinden bir parça kopardım, zor günlerim için geri kalanı saklamayı uygun buldum. Tabi bu süreçte kavanoza da bişey olursa kendimi affetmeyeceğemi biliyorum. Çıkarıp rafa da koyamıyorum... Sıkıcı hallerimi de diğer kavanoza attım...huzur dolu olan hemen yanıbaşındakinden rahatsız olup kendini bir şekilde bana hissettirmenin yolunu buldu neyseki. Şükür kavuşturuna. Şimdi sırada büyüklükleri itibariyle turşu kavanozları var :)

Tebrikler Pharos'a :))

16 Aralık 2008 Salı

Asker kardeşiyim artık ...

12 Aralık 2008 Cuma

Özür dileyerek gecikmeli postuma başlıyorum. Şu post terimi de pek hoş değil, kendimi avcı gibi hissediyorum ya neyse...

Efenim bayramı geride bıraktık. Acısıyla tatlısıyla öpülen elleri ve yenilen kavurmalıyla dopdolu geçen bu bayram içim biraz buruktu. Her ne kadar sevdiklerimle beraber hoşça vakit geçirsem de bayramın sonunda hayatımdaki en değerli iki erkeği askere uğurlayacaktım.
Bugün askerlik vesilesi ile evimiz en yakın akrabağlarımızla dolup taştı. Hala çok kalabalığız, herkes abimi uğurlamaya geldi. Geldiğimde o evde yoktu fakat bir süre sonra eve gelen abimi tanımakta epey güçlük çektim. Saçlar ve sakallar gitmiş karşımda 15 yaş haliyle duruyordu :). Birden çocukluk anıları açıldı, ne alaka demeyin valla çok benziyor o hallerine :P.

Yarın hem abimi hem de biricik sevgilimi uğurluyorum. İçim felaket buruk kalbim parçalandı. Onları ne kadar özleyeceğimi tahmin bile edemiyorum. Bugün sevgilimle de askerlik öncesi son defa görüştüm. Ayrılmak baya zor oldu :(. Neyse canım sıkkın hala burada keseceğim fazla uzatmadan.

Tüm askerlere hayırlı tezkereler diliyorum ve geçmiş bayramınız kutlu olsun.

Sinirlenince çok güzel oluyorsun!

11 Aralık 2008 Perşembe

Beni yollarda rezil etmiş karikatürlerden birini paylaşmak istedim bugün :)
Karikatür insanı yollarda nasıl rezil eder?
sLn kişisi vapurun gelmesini beklerken iskelede, vapurda, otobüste vs. okur mizah dergilerini. O sırada çok komik bir şeye denk geldiğinde kendini tutamaz ve güler :D Etrafındaki insanların bir kısmı anlayışla yaklaşır bakar güler sadece, geneli yaşlı teyzelerden oluşan başka bir kısmıysa "anaaaam kız manyaaaak"bakışları atar.
Olsun.
Alışkınım :)

Hatırladık mı? -2-

9 Aralık 2008 Salı

Devam ediyoruz :)

Kocaman walkmanleri hatırladık, peki tasoları hatırladık mı :))

Kocaman bir poşet dolusu tasom vardı, sonra annem onları çaktırmadan çöpe attı tabi. Şu yaşıma geldim, hâlâ aklıma geldikçe "zaten tasolarımı da çöpe atmıştın sen" derim.

Daha sonra verilen Pokemon tasolarını da toplamıştık. Amaç oyun oynamak falan değil. Erkek çocuklarının tasoları birbirine vura vura oyun oynamalarını pek anlamazdım zaten. Biz kız çocukları, ilk günkü gibi korumaya özen gösterirdik. Üzerinde tek bir çizik bile olmadan :)

Bir dönem günde 3 tane orta boy cipsi tek başıma yediğimi biliyorum. Bütün derdim taso tabi. Küçük boylardan da çıkıyor ama büyüklerinden iki tane çıkıyordu bazen. Biz de deli gibi büyüklere saldırıyorduk.

Günde 3 orta boy cips tüketen mahallenin kızları taso sevdası yüzünden minik filler haline gelmişlerdi. Takdir edersiniz ki tek başına yenmiyor, yanında bir de kola içiyoruz. Bir dönem topluca şiştiğimizi iyi hatırlıyorum. Canımız çıktı o kiloları verene kadar. 

O feci kilolu halimden kurtuldum, tasolarımın hepsini annem attı, o günlerden bana kalan tek şey cipsle aramın bozulması oldu.

Bazen ayda bir canım cips ister, alır yerim, bazen araları daha da seyrekleşir. Sanırım tasoların faydası diyebilirim bu durum için :))

kim ne derse desin, desin, sen benimsin ben de senin :)

8 Aralık 2008 Pazartesi


Benim bayramım dünden başladı aslında.


İzlerken en çok eğlendiğimiz oyunu izlemeye gittik 3. kez. En son izleyişimizde hava muhalefetinden dolayı koltuklar epey boştu. Biletler satılmıştı tabi, çıkar çıkmaz bitiyor zaten. Ama gelemeyenler vardı.

Bu kez salonda tek bir boş koltuk yoktu, ayrıca salondaki bütün boşluklar da sandalyelerle doldurulmuştu. En son böyle bir kalabalığı Harbiye'de görmüş bir insan olarak çok mutlu oldum!

Kesilmeyen alkışlar yüzünden oyuna zaman zaman ara vermek zorunda kaldılar. Biz alkışladık, onlar selam verdi, oyun devam etti.

Hatta bir şarkıdan sonra öyle çok alkışlandı ki, normalde oyuna devam edecekken, Zihni Göktay orkestraya işaret etti, bir daha şarkı söylediler. (Her saniyeyi ezbere biliyorum efendim, o sahnede şarkı iki kez söylenmiyor normalde :) zaten diğer oyuncular da şaşırdı :) )

Her zamanki gibi salonun en sinir bozucu insanları benim önümde oturuyorlardı. "Zıt kutuplar birbirini çeker, birbirine benzemeyen insanlar mutlu olur" zırvalarının koskoca bir yalan olduğunu bir kez daha gördüm dün. Oyunu izlemek isteyen bir hatun kişisi, sürekli mızmızlanan, "beni niye tiyatroya getirdin, uff 3 saat burda mı oturacağız" diye sızlanan bir erkek kişisi... Kendimi kızın yerine koymaya çalıştım da, günü muhtemelen karakolda bitirirdik, durduk yere katil olurdum o 3 saatin sonunda. (Allahım, hayatımdaki fonksiyonlarının ne olduğunun önemi yok, böyle insanlardan koru beni. Amin)

İnsan ister arkadaş olsun, ister sevgili olsun kendisine benzeyen insanı ister, onunla bir arada olmaktan keyif alır, zıtlıklar ilk bir iki ay eğlenceli gelebilir belki ama sonunda bir taraf diğerini öldürebilir. Yanınızdakine göre şekil değiştirebilen bir insansanız, (hani şu erkek arkadaşı seviyor diye futbol seviyormuş gibi yapan kızlar vardır ya, onun gibi) bir derece mutlu olabilirsiniz belki. Ama karşıdaki onu etkilemek için numara yaptığınızı fark ettiğinde ne hisseder bilmem.

Ya da nereye kadar başkalarının zevklerine uyum sağlamaya devam edebilirsiniz? 

Özetle diyeceğim şudur ki, bana benzemeyen arkadaşlarım olmuştur, olacaktır, bana benziyormuş gibi numara yapan komik arkadaşlarım da olmuştur, kendilerine yol verilmiştir. Zevklerimizin benzer ya da aynı olduğu insanlar maça 1-0 önde başlarlar, yerleri de hep ayrı kalır. Böyledir, ne yapayım :)) (hep diyorum ya tanıdığım bazı insanlar beklentilerimi çok yükseltti, hâyâlini kurduğum insanların var olduğunu biliyorum artık, diğerlerinden şikayet edişim bundan diye..)

Neyse oyuna dönüyorum.
Keyifli demek yetersiz kalıyor, rüya gibi bir gündü!

Önümdeki gerizekalı oğlan kişisi kızın bütün keyfini zaten kaçırmıştı, oyun daha bitmeden kolundan çeke çeke dışarı çıkararak terbiye show yaptı salona. Tek negatif enerji kaynağı dışarı çıkınca içerideki oksijen bile arttı tabi! Gerçi oyun bitmeden çıkması mı daha büyük terbiyesizlik, kız arkadaşını kolundan çeke çeke dışarı çıkarması mı, yoksa oyun sırasında cep telefonuyla konuşması mı karar veremedim! Tiyatro kültürü diye bir şey vardır, maalesef herkeste yoktur tabi bu kültür.

sLn önündeki tipleri ilk başta normal sanmıştır, en öndeki beyaz takım elbiseli erkek kişisiyle, kolunu kırıp dirsek kıvrımında çantasını taşıyan, tikky bozması kız için "bunlar ne bee" demiştir. Ama sonra insanları dış görünüşlerine göre yargılamamak gerektiğini bir kez daha görmüştür. Zira en ön taraftaki tikkycan görüntülüler tiyatroda nasıl davranılacağını bilen insanlardır ama ön sıradaki normal görünüşlü insan, bırakın tiyatroda nasıl davranacağını, normal hayatta bile nasıl davranacağını bilmemektedir. Oyunu izlemek isteyen kız arkadaşına huzur vermemesi, sürekli çıkalım diye beynini yemesi, o kadar insanın ortasında gereğinden fazla samimi hareketlere girmesi, (yaklaşık 700 kişinin ortasında kıza yapışıp iğrenç sesler çıkararak öpmenin mantığını bana kim açıklayabilir?) en son da kolundan çekerek dışarı çıkarması bu tezimi kanıtlamaktadır.

Yanımda oturan yaşlı teyze, kızı ve benim yaşlarımdaki torunuyla gelmişti izlemeye. Elinde bastonuyla yürüyen teyze dakikalarca ayakta alkışladı! Bir ara alkışlamayı bırakıp teyzeye sarılmayı istedim, ama beni manyak sanmasından korktum :))

Oyundan hem oyuncular hem izleyiciler mutlu ayrıldı. Bayram tatilimin en güzel günüydü, daha iyisini hâyâl bile edemiyorum.. (tatilin tüm hareketi oydu zaten, geri kalan günlerde bir ilginçlik beklemiyorum.)

gece gündüz kalbimdesin
sen benimsin ben de senin
kim ne derse desin, desin
sen benimsin ben de senin
diye şarkı söylüyoruz dünden beri :))

(başlığa bakıp sLn'in aşk hayatını anlattığını sananlar, ardından da hâyâl kırıklığına uğrayanlar varsa kusura bakmasınlar :)) )

gelmese mi bayramı(?)

Sevip sevmediğime hâlâ karar veremediğim Kurban Bayramı yine görevini bu yıla da devretti, takvimler, sayılar düzeninden kopup hayata karıştı. Kimilerimiz kapı eşiğinde heyecanla bekliyor, sebepler farklı farklı..kimimiz bayram işte klasik bir hal almıştır o yüzden geçer gider havasında yaşıyor, kimisi çocukluk bayramlarını anımsayıp çocuktuk çünkü diyor...vs

Kurban bayramının sebebini sevip görüntüsüne dayanamayanlardan biriyim sanırım. Her şeyi bir sebebi vardan yola çıkarak vardığım nokta beni düşündürerek sevindiriyor ama uygulama biçimleri arasında sıkışıp kalıyorum. İyi niyetler çerçevesine sokup geniş açılı bakmaya bile çalışıyorum ama oturmayan köşeler hep var. Ezbere yapılan işlerden uzak olmasını diliyorum bu bayramın. Gülümseyen insanların çokluğunun nicedir dikkatimizi çekmediği bir bayram olur bu s efer ki belki...

Bayram sabahı çocukluğunda uyandırılıp artık kendi istediği saatte uyananlardansanız, kalktığınızda evinizde bir telaş yoksa, zilinizi üst katı sormak için çalan yabancı simalar varsa, bayramın ilk gününü tatilin ilk günü olarak tanımlamışsanız....Bayram biraz sizden uzak gibi gelir...Ama ziyaret edeceğiniz ve gördüğünüze mutlu olacağınız insanları hâlâ görebiliyorsanız, kucaklayabiliyorsanız, ilerisi için hâlâ umut varsa mutluluk için bugünün bayram olma nedenininden daha çok güzel neden aklınıza düşer :) iyi bir bayram olur elbet istedikten sonra...

Hepinize iyi bayramlar, kucak dolusu şekerler :)

İyi bayramlar!

7 Aralık 2008 Pazar

Yine bayram geldi..

Kurban Bayramı hiçbir zaman Ramazan Bayramı kadar önemli olmamıştır benim için, neden bilmem.
Yine de bayramdır, bayramlar eskilerin hep dediği gibi bir araya gelme zamanlarıdır, dargınlıkları, kırgınlıkları unutma zamanlarıdır. Sevgi pıtırcığı olma zamanlarıdır yani :)

Sevgi pıtırcığı olalım bu bayram topluca :)

Geçen bayram sinirlenip "ben de herkese aynı mesajı göndereceğim bu kez" demiştim, ama bu bayram yapmayayım mesela di mi :)
İnsanlara değer veriyorsam bunu onların da bilmeye hakkı var!

Ha sabah sinirlenip "iyi bayramlar" yazar yollar mıyım herkese?
Mümkün tabi.

Hani bayramlar insanların bir arada olma zamanları ya, o yüzden en güzel bayram temennisi şuymuş gibi geliyor:  

"yanınızda kimi ya da kimleri görmeyi arzuluyorsanız onlarla olun" 

Her kimse yanıbaşınızda görmeyi istediğiniz, o sizinle olsun!
Özlediğimiz/özlediğiniz o eski bayramlar tadında 4 gün geçirin dilerim.

Hatta hayatınıza beklediğiniz yenilikler gelsin bu 4 gün içinde de, geri kalan tüm günleriniz güzel geçsin. Sadece 4 günlük dilek olmaz :)

Bu ara gel-gitlerim yoğunlaşmış durumda, arada umut dolu bir insan oluyorum ve her an muhteşem bir şey olabilecekmiş gibi tuhaf bir heyecan kaplıyor içimi. Umarım boş bir duygu değildir bu. Mümkünse bu 4 gün içinde gerçekleşsin her neyse o güzel şey :)) (ne olduğu konusunda zerre kadar fikrim yok, ama bazen durduk yere tuhaf bir his kaplar insanın içini, çok güzel bir şey olacakmış gibi... İşte o his benimki.)

Mümkünse çocuklar elinizi öpmesin, siz de kendinizi yaşlanmış hissetmeyin, harçlık falan da beklemesinler.

Tatlıyı şekeri fazla kaçırıp mideleri bozmayalım.

Şu ana dek geçirdiğiniz bütün bayramların toplamından bile güzel bir bayram olsun!

İyi bayramlar ağacımızın sevimli misafirleri!

Şuraya kadar okuyan güzel insan, kimsin bilmiyorum ama muhteşem bir bayram geçirirsin dilerim!

Sevgiler...

Hatırladık mı?

5 Aralık 2008 Cuma

13 yaşındaki kardeşim fotoğrafı görünce "bu ne bee" dedi, ipodlar, parmak kadar mp3 playerlar yoktu tabi biz gençken.. Çantamızda kasetler taşıdığımız, radyodan şarkı kaydetmeye çalıştığımız günler vardı, kabus gibi :s

Tam geçiş dönemine denk gelmiş bir nesiliz galiba. Takoz büyüklüğünde walkmanleri de gördük, minicik ipodları da :)) Teknolojinin bir anda bu derece değişmesine uyum sağlayabilmiş olmamız da ayrıca övünülecek bir şey :p

okuldan nefret etme sebepleri no bilmem kaç

3 Aralık 2008 Çarşamba

Yarın 14.30'da "Hasta Ruh" Alpay Erdem bizim okulda olacak. Ben de o arada Füsun hocanın dersinde ödevleri nasıl hazırlayacağımı dinliyor olacağım. Bir de teslim edilecek yıllık planlar var tabi. Yok yok isyan falan etmiyorum, hatta gayet mutluyum tabi neden olmayayım. Bayılırım ben Füsun hocamın derslerine, öğretmen olmayı istemeyen bir insan olarak kitap incelemeye de plan hazırlamaya da bayılırım zaten. 





Ağlayabilir miyim????

Huy tası

Elimde kocaman bir elek var sanki. Birden bire açılan mutfak çekmecesinde tam da kepçeyi almak için uzanırken elek ile kalıyorum olduğum yerde.

Mutfak çekmecesinde hamur kalıpları da var. Kalp, çiçek, kelebek şeklinde bir yığın kalıp.Huy tasının önünde bir an tereddüt ediyorum, hangisini seçmeliyim diye. Önümde duran unu elesem mi yoksa hiç elemeden malzemeleri katıp bir hamur mu yapsam, bilemedim. Kalıplarla şekil versem avuçlarımda yuvarlasam daha mı kolay.

Un-kalıplar ve elek üçlüsüne saatlerce bakıyorum bakıyorum bakıyorum...

Bir zil sesi ve kendime geliyorum. Paketlenmiş insanlarda indirim yapmışlar, onların broşürleri bırakılmış kapıya. Paketlenmiş hazır insanlar, boy boy, renk renk...Garip! Üstelik neredeyse hepsi bir yetişkin yaşını alacak kadar eski tarihte üretilmiş.

Önlüğü çıkarıp huy tasını bir kenara bırakıyorum. Emek vermek anlamsız hale geliyor. Markete koşuyorum!


Ruh ikizi...

2 Aralık 2008 Salı

Keyifsizken, sinirliyken vs. "insanın içini ısıtan türden" şeyler çıkıyor ya karşıma, işte buna bayılıyorum! Özellikle seçiyorlar sanki zamanını...


Bakın az önce okuduğum bir hikayecik..

O yıl New York´ta kış, Nisan´ın sonuna kadar uzamıştı. Kör olduğum ve yalnız yaşadığım için çoğunlukla evde kalmayı yeğledim.

Sonunda bir gün soğuk hava gitti, bahar kendini gösterdi. Hava coşkulu bir kokuyla dolmuştu. Arka bahçeye bakan pencerenin önünde küçük, neşeli bir kuş devamlı cıvıldıyor, sanki beni dışarıya çağırıyordu. 

Nisan ayının değişken havasını bildiğimden kışlık mantoma sarıldım. Fakat havanın ılıklığını içimde hissedince, yün kaşkolumu, şapka ve eldivenlerimi bıraktım. Üç çatallı bastonumu alıp neşeyle sundurmaya çıktım ve kaldırımın yolunu tuttum. 

Yüzümü güneşe doğru kaldırıp, onu selamlayan bir gülümseme sundum.

Sessiz çıkmaz sokağımızda yürürken kapı komşum ´Merhaba´ diyerek seslendi ve gideceğim yere götürmeyi teklif etti:

´Hayır, teşekkür ederim. Şu bacaklar bütün kış dinlendi. Eklemlerimin harekete ihtiyacı var. Bu yüzden yürüyeceğim´ diye cevap verdim. 

Köşeye vardığımda alışkanlıkla durdum. Birinin gelip yeşil ışık yandığında beni karşıya geçirmesini bekledim. Nedense bu sefer, öncekilere göre daha uzun süre beklemiştim ve hâlâ hiç kimse teklifte bulunmamıştı.

Sabırla beklerken, eskiden hatırladığım bir melodiyi mırıldandımÿÿ; çocukken öğrendiğim ´Hoş geldin bahar...´ şarkısıydı.

Birden güçlü bir erkek sesi konuştu: ´Sesinizden çok neşeli bir insan olduğunuzu hissettim. Sizinle caddeyi birlikte geçme şerefini bağışlar mısınız bana?´ 

Kibarlıkla iltifat görünce gülerek başımı salladım ve duyulabilir bir sesle ´Evet´ dedim.

Kibarca koluma girdi ve birlikte kaldırımdan yola indik. Yavaşça yolun karşısına geçerken, konuşulabilecek en iyi konudan, havadan konuştuk. 

Adımlarımızı birlikte atarken hangimiz rehber, hangimiz yardım alıyor, belli olmuyordu. Yolun karşısına varmamıza az kala ışığın değiştiğini anlatırcasına kornalar sabırsızca çalınmaya başladı. Kaldırıma çıkmak için birkaç çabuk adım daha attık. 

Ona dönüp, bana eşlik ettiği için teşekkür etmek üzere ağzımı açmıştım ki, ben daha bir şey söylemeden o konuştu:´Bilmem farkında misiniz? Sizin gibi neşeli bir insanla karşıya geçmek benim gibi bir kör için ne kadar muhteşem bir şey...´ 

O bahar gününü hiç unutmayacağım.


CHARLOTTE WECHLER


Bazen evrende kendimizi en yalnız hissettiğimizde, sıkıntımızı atlatmak ve farklılığımızı ve yalnızlığımızı hafifletmek için Tanrı bize, aynadaki aksimiz gibi bir ikiz gönderir.´ 

En yakınımdaki kitap-im mim

30 Kasım 2008 Pazar

sLn'cim gene mimlemiş beni :) Bu seferki mim konusunu sevdim diğerlerinden daha farklı. Kim başlattıysa yaratıcı bir arkadaşmış.

Konumuz sln'in de belirttiği gibi "En yakınımdaki kitap"

Şimdi kitabın ismini hemen vermeyeceğim bakalım sLn ve eda cümleden hangi kitap olduğunu çıkarabilecekler mi :P

Şimdi bu kitap denildiği üzere en yakınımdaki kitaplar arasından rastgele seçilmiş olanı. Gözümü kapadım özellikle seçmedim emin olabilirsiniz.

56. sayfayı açtım ve cümlem şu;

"Diğerleri hiç acele etmeden becerikli jestlerle, bir akşam önce mallarının üzerini örttükleri yeşil örtüleri çıkartmaktaydılar."

Şimdi bu cümleden kitabın içerisinde bir tekstil havasının estiğini tahmin edebiliyoruz. Ya da burada geçen "mal" kelimesi argoda kullanılan mallardır belki anlarsınız ya :P. Üzerlerindeki yeşil örtüler de ceset torbaları olabilir. Ya da bu mal uyuşturucudur üzerindeki örtü de örtüdür bilemiyoruz.

Bu kadar saçmaladıktan sonra ilk söylediğim tekstil örneğinin doğru olduğunu onaylayalım. Kitabımız;
Emile Zola-Paris yıldızı
Orjinal adıyla;
Au Bonheur des Dames

Arkadaşlarım hangi kitap olduğunu eminim buldular:p. Romanımız, giyim sanayinin gelişmeye başladığı ve büyük mağazaların temellerinin atılmaya başlandığı dönemin Paris'inde yaşanan bir aşkı anlatıyor.

Öyle böyle işte. sLn'cim topu evirdim çevirdim ama atıcak birini bulamadım. Gören isteyen yazsın...:)

En yakınımdaki...

29 Kasım 2008 Cumartesi


Bir tane de buraya olsun.

En yakınımdaki ilk kitap kendi blogumda, ikinci kitaptan seçilen cümle de burada :)

En yakınımdaki ikinci kitap "Elif Şafak-Bit Palas"

Kurallar şöyle:
*Kendinize en yakın kitabı alın.
*Sayfa 56'yı açın, beşinci cümleyi bulun.
*Cümleyi bu kurallar ile birlikte yayınlayın.
*En sevdiğiniz, en moda veya en entelektüel kitabı seçmeyin; en yakınınızdakini alın.

En yakınımdaki kitap burada. Bu da en yakınımdaki diğer kitaptan:

Sayfa yarım bir cümleyle başlıyor, onu atlayıp 5 cümle sayıyorum.
"Geldiler, ama ne şehir onları, ne de onlar şehri ilk görüşte tanıyabildiler" 

Aradan kısa bir zaman da geçse, döndüğümüz yere değişmiş olarak döneriz di mi? İnsanoğlu değişir zaten durmadan, değişmelidir de! "Fikirleri değişmeyenler yalnızca deliler ve ölülerdir" demiş Lowell zamanın birinde.. İnsanların değişmemesini beklemek saçmadır, daha da saçma olan kendin için "değişemem ben" demektir. Değişirsin, öyle güzel değişirsin ki sen bile şaşırırsın! 

Bugün düşündüklerimi yarın da düşüneceğimi garanti edemem, şartlar değişir, ben değişirim, dünya değişir, insanlar değişir.. Değiştiremediğim şeyler var mıdır kendimde? Vardır elbet olmaz mı...

Değişim güzeldir. Cümleye geri dönersek, geri döndüğümüz yerde bir süre yadırganabiliriz ya da biz yadırgayabiliriz ortamı. Olsun, önemli olan dönebilmek! Yeniden alışır insan sevdiği yere, sevdiği yerler de o insana. diyorum ya önemli olan dönmek için adım atabilmek. Sonrası güzel olacak!

Yazıyı okurken fonda Kesmeşeker'den "Değiştim ben sevgilim" çalsın mümkünse :)

Yazma sırası da RedPharos'a geçsin :))

5 dakikada değişir bütün işler v.2

İşler 27 Kasım'da iyi gitmeye başlar, durum en fazla 28 Kasım akşamına kadar sürer...


Merak ediyordum ne zaman uyandırılacağımı, 1 gün sürecekmiş.

Neye kızacağımı şaşırıyorum bazen.

Ama sanırım en çok insanlara kızıyorum. Her şeyi işlerine geldiği gibi yorumlayan insanlara... Kendi yaptıklarını bir başkası yaptığında demediğini bırakmayan insanlara.

Sırf işlerine böyle geldiği için ortada olan şeyleri görmezden gelen insanlara. Görmezden geldikleri yetmiyormuş gibi bütün suçu olayın en masum insanlarına yükleyen insanlara.

Kendi hareketlerine dışarıdan bakmaya hiç çalışmayan, insanları kendinden tamamen soğutan, sonra da ben bir şey yapmadım diye kenara çekilip alınan tavır için "sizin terbiyesizliğiniz" diyen insanlardan.

Sorumsuz insanlardan. Sadece kendini düşünen ama durmadan kendini dünyanın en düşünceli insanı olarak göstermeye çalışan insanlardan.

Laf arasında durmadan kendini öven insanlardan.

Yazdıklarımı okuyup okuyup üstüne alınan gereksiz insanlardan.
(üstüne alınması gereken insan var gerekmeyen insan var)

Uffff nefret ediyorum!

Bir yandan da kime nasıl davranmam gerektiğini öğrenmeye devam ediyorum.

Bilmemek ayıp değil öğrenmemek ayıp di mi?!

(çok genel bir konudan bahsettiğimde konuyu üstüne alınan tipler oluyor, ister istemez kendilerini ele veriyorlar :) o durumu seviyorum işte bak!)

Şu an dinlediğim şarkıda "kime neee hayatımdaaaaan" diye bağırıyor solist kişi...

Beş dakikada değişir bütün işler!

27 Kasım 2008 Perşembe

Yoluna girmesini hiç ummadığınız şeyler bir anda yoluna girer bazen.

Hayatın en güzel tarafı da sürprizlerle dolu olmasıdır ya zaten!

Ödevlerin çakışması sebebiyle hafta boyunca dua edilir hoca gelmesin de sunum bayramdan sonraya kalsın diye. Liste yazılırken yapılan yanlışlıktan dolayı aynı konu iki ayrı gruba verilmiştir. Hoca kendi listesini yaparken kafasına göre düzenlemiştir ama duyurma gereği duymamıştır tabi... Sunuma birkaç gün kala durum öğrenilir, hocanın yanına gidilir. Bir de bakılır ki hoca 7'ye diğer grubu yazmış, biziyse 8'e yazmıştır, yani bayramdan bir hafta sonraya :)

Sunumların çakışmasından bu şekilde kurtulduk. 

Diğer hocamızdan gidip kitap listesini aldık, bulabildiğimiz tek kitabın alınmamış olduğunu gördük. Yıllık plan yaparken kullanacağımız kitabı da böylece almış olduk :)

Dün canımızı sıkan okul mevzuları bugün çözülmüş oldu yani. 

Kitap alma bahanesiyle attık kendimizi İstiklal'e... Çiseleyen yağmurun altında yürüyerek de güne son noktayı koymuş olduk.

"Bu saadet beni korkutuyor Ekrem" demek istiyorum şu an :) Genelde durmadan bir şeylerden şikayet ediyoruz yaa, arka arkaya 2 şeyin birden istediğim gibi gittiği hiç olmamıştı, sürekli sürpriz bekliyorum şu an :s 

Arada bir de olsa bir şeylerin iyi gitmesi güzel be...

"Sunum bayramdan sonraya kalsın başka şey istemiyorum" diye ortalarda günlerce dolaştıktan sonra sunum ertelenince "tüh yaa keşke başka bir şey isteseydim" dedim mi?
Evet dedim.
Nankörlük mü?
Evet, nankörlük :)
Olsun bee, geriye kalanlar da güzel olur bir gün! (cümleye "bir gün" yerine "bugün" yazmışım :) kontrol için okurken fark ettim..)

Gelelim Batman'a...
Gelsin, gelsin.
İşler iyi gitse de kötü gitse de gelsin :)

İmza: bir şey iyi gidince her şeye dair umutlanan insan modeli.

yoluna girer mi hayat?

26 Kasım 2008 Çarşamba

Hayatta bir şey ters gitmeye başlarsa yandık, arkası muhakkak gelir. 

Bir tür zincir oluşuyor bir anda tersliklerden örülü.

Yılın başında paylaşılan sunum konularından 7.sini seçenin sadece siz olmadığınızı sunuma 6 gün kala öğrenirsiniz misal. Her konuyu bir grup yapar normalde, ortada normal olmayan bir durum vardır yani.
6 gün kalmıştır.. Yarın hocayı bulup daha fazla zaman geçmeden sorunu çözmeyi ummaktan başka bir şey gelmez elden.

Sorunlar bununla biter mi?
Bitmez elbet.
1 hafta içinde seçilen bir kitaba göre bir sınıfın yıllık planı hazırlanacaktır. Ama yeni sorun şudur:
Ortada henüz bir kitap bile yoktur!

Ailesel problemler vardır, kiminin kalbi kırıktır, vardır işte herkesin bir derdi...

7 gün içinde bir yıllık plan bir de sunum hazırlayacağımı sanıyorum, ama yarın kimden ne haber alacağım, ne nasıl olacak bilmiyorum.
Evet hayatın belirsizliğini çok seviyorum, her anın sürprizlerle dolu olduğunu bilmek, imkansız diye bir şeyin olmadığına yürekten inanmak çok güzel, ama...

Ama bazen insan ne yapacağını, ne yapması gerektiğini bilmek istiyor. Birilerinin işleri yoluna sokmaya çalışırken yardımcı olmasını istiyor. Ama insanlar böyle anlarda yardım etmekten ziyade zorluk çıkarmayı seviyor...

İşleri karmakarışık olmuş, kafaları allak bullak 5 insanız efendim.
Feci şekilde gerginiz bu ara!
Gerilmek için yeteri kadar sebebimiz yokmuş gibi bir de bunlarla uğraşıyoruz..

Bazen bir "Batman" istiyorum, gelsin, yoluna soksun bir şeyleri. Superman çağırılır genelde biliyorum ama benim kahramanım Superman değil Batman olmuştur yıllardır...

Çağırayım başım sıkıştığında, gelsin, işleri yoluna koysun, yoluna koyamıyorsa bile bir gün yoluna gireceğine beni inandırsın...

Radyasyon balonuna bir iğne de benden

25 Kasım 2008 Salı


Yaa kendimi devlet başkanının özel sekreteri gibi hissediyorum. Gerçi onlar öyle mi emin değilim pek ama ancak bu kadar abartabildim olayı. Kendime ait 3 hattım varken annem de kendi kontorlu hattını bana verdi,işime yararmış ve ne hikmetse hattı kapatmak da istemiyor. Şuan farklı operatorlerden dört tane ayrı hatta sahibim. Dört ayrı hat demek dört ayrı telefon demek.

Dört ayrı telefon demek, onları sokacak daha fazla delik gerekli demek. Biri sussa diğeri susmuyor. Ne bu kardeşim isyan ediyorum ya. En sonunda kapatıcam hepsini isteyen kapıma gelsin :P. Tamam teknoloji güzel bir şey. Her an iletişim kurabilmek falan. Ben de en yakınından takipçisiyim o ayrı ama bu boyut farklı bir boyut ki ben bile kaldıramıyorum artık. Bilgisayarımı o kadar sevip başından iki sn ayrılamama rağmen, o elektiriğin minimum kullanıldığı,insanların birbirini "gerçekten" özlediği başı boş hayatı özlüyorum kardeşim.

Lanet olsun elime geçen ilk cep telefonuna da. İstemiyorum kimseyle iletişmek. Sağım, solum,önüm,arkam,tepem heryanım radyasyonik bir balon duvarı. Ben de o balonun içindeyim, ileride çıkacak acısı. Şimdi boş konuşuyorsun diyeceksiniz. Haklısınız da bunlar beni öldürse de kaçmak zor. Ama iki hattımı kaldırdım bir kutuya. Akşam yatarken de yastık altı yapmıyorum artık. Ben odamdayım telefonlar salonda.
Ne zamana kadar? Bilmiyorum. Öf pöffff

öğretmenim, öğretmensin, öğretmen...öğretmez miyiz, öğretmez misiniz, bu saatten sonra öğretmezler !

24 Kasım 2008 Pazartesi

öğretmen olmak...sabahtan beri aralıklarla aklıma takıldı durdu yine .Hedefe bu kadar yaklaşmış olmaktan ileri geliyor sanırım, hedef dedim de '' bitiş çizgisi'' desem daha mı anlamlı olurdu sizce de? :) kararsızım hala ama gözümde büyüttüğüm kadar uzak değilmiş meğer bu meslek bana.

Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olunurmuş eskiden ki hala var o lafı dedirten öğretmenler eminim, popülasyonları gitgide azalsa da. bana bir harf ezberleten , bana bir harf seyrettiren sonraki hocalarıma da sevgiler...

Herşeye rağmen öğretmenliği hakeden , ciddi anlamda insan yetiştirmeye faydası dokunanların öğretmenler günü kutlu olsun.

Bloglu olan tüm öğretmenlere sevgiler...(okullu olmaktan mütevellit)

Nereye Gidiyoruz?!

Öğretmenler günü üzerine bir şeyler yazmalı mıyım yazmamalı mıyım diye düşünürken önce blogrollümde neler var bakayım, sonra yazarım dedim, iyi ki demişim.


İlkokul öğretmenimi neden sevmediğimi anlatacaktım, beni bugünkü sLn haline getiren lise öğretmenlerime teşekkür edecektim milyonlarca kez, beni bir öğretmen haline getirmeye çalışan ama kendileri olamayan üniversite hocalarıma sövecektim. Muhtemelen yazıyı 1 sene sonra elinde öğretmenlik diplomasıyla dolaşacak olan ama eğitimini aldığı alanda öğretmenlik yapmayı zerre kadar istemeyen bir insan olarak hissettiklerimle bitirecektim.

Blogrollde dolaşırken önce Sevgili Nily'nin şu yazısını okudum. Ardından da Sevgili Beenmaya'nın şu yazısını.

Belki hiçbir şey birkaç yıl önceki gibi değil, sonumuzun yaklaştığını gösteren belirtiler günden güne arttıkça hem basın hem insanlar daha bir ilgilenir oldu küresel olarak ısınmamızla. 2 yıl önce "sera gazı ne beee" "ısınalım işte ne güzel, bütün yıl güneş ohhh" (onu anlıyorlardı küresel ısınmadan, kızmamak gerek.) diyenlerin artık kyoto protokolünü imzalamayan ülkelere kızmasına sevinmeli mi üzülmeli mi bilmem. Keşke bu duruma gelmeseydik de insanlar bilmeselerdi, ne olurdu ki.. Ama madem sona bu kadar yaklaştık herkes elinden geleni yapmak zorunda artık... Serbest Yazarlar Platformu'nda Arzu yazmış bir kaç gün önce bu yazıyı .

Videoyu ekleyelim, 11 dakika civarı süren bir video ama emin olun zaman kaybı değil! Günde 11 dakikanızı nelere harcamıyorsunuz ki hem?!


Blogunuza da eklerseniz daha bir şahane olur. Hepimiz birbirimizi okuyoruz neredeyse ama birini okuyup başka birini okumayan birileri muhakkak vardır...

Ayrıca,
"3 ay tatil, haftasonları çalışmıyorsun, tatilde de maaşını alıyorsun, hem yarım gün çalışıyorsun, ohhh missss" mantığıyla bu işe girmemiş olan, çocuklarını daha faydalı bireyler haline getirmeye çalışan, kitaptakileri ezberletmenin ötesinde çocuklarına düşünebilmeyi öğreten vs. vs. bütün öğretmenlerin öğretmenler günü de kutlu olsun! 
Hadi benimki de olsun bakalım.
Dilara ve Eda'nın öğretmenler günü de kutlu olsun :))

İyi ki...

22 Kasım 2008 Cumartesi


Henüz yaş kompleksi yapacağımız günlere gelmemişken, (yaklaşmış olabiliriz ama hâlâ stres yapmadan söyleyebiliyoruz ya yaşlarımızı o yeter :p ) doğumgünlerinin tadını sonuna kadar çıkarmak gerek!

Bağıra bağıra şarkı söyleyen Eda'ya eşlik etmek istiyorum mesela ben şu an :)

İyi kiii doooooğğğğğğğğğğğğduuuuuuuuuuuuuuuuuuuuunnnn Dilaraaaaaaaaaaaaa :))))

Nice mutlu yıllara, hayatının geri kalanının her günü bir öncekinden daha güzel olsun!

kırmızı pharos:)


Şiiimdi kusura bakmayın ama bu alanın anahtarı bizlerin elinde olduğundan ki yorumlarınızla aslında sizlerinde elinde :) diyorum ki ben kimse sus demesin de şöyle hep bir ağızdan bağıralım: Mutlu yıllar sanaaaaaaa!!! diyerek...Hep böyle güzel gülmeye devam etsin diyerek.

Çektiğin fotoğraf kareleri hayatından eksik olmasın diyerek: )




İki gönül bir olunca otobüs hamam olur (ne alaka)

18 Kasım 2008 Salı

Uzun zamandır toplu taşıma araçlarında uzaktım. Şu boktan sınav döneminde okula gidip gelirken kullandığım minibüsleri saymassak. Ben şu en toplusundan bahsediyorum. Neyse.

Otobüsleri zaten pek kullanmam normalde rota dışı oluyor benim için. Ama annem ayrıca, ömründe ya iki ya üç kere kullanmıştır. Hadi lise döneminden sonra diyelim. Hani şu otobüslerdeki hanım muhabbetleri olur ya, iki arkadaşsa yolculuk eden bağıra bağıra muhabbet ederler. Millet genelde rahatsız olur,tip tip bakarlar filan. İşte bugün annemle o muhteşem arkadaşının otobüse bineceğini duyunca içimden bir ses annemlerin ya yeni bir "yol arkadaşı" edineceğini ya da itile kakıla otobüsten atılacağını söyledi. Ki çok da yanılmamış...

Akşam olduğunda annemden bir telefon geldi "Kızım şişliden şimdi otobüse bindik,telefon kapatılıyormuş (buraya dikkatinizi çekerim) merak etmeyin." Telefonu kapattığum anda otobüste geçen seneryo gözlerimin önüne geldi diyebilirim. Neyse.
Annem eve vardı ve aramızda geçen dialog;

Anne:-Ayyy Dilaraaa bugün ne oldu otobüste duyman lazım!
Ben:(duymasam da olur zaten biliyorum ya neyse.)
Anne:-Muhabbet sırasında muzun tansiyonu düşürdüğünden bahsediyordum ki fazla bağırmış olacağım(!)yanımdaki laptobunu kurcalayan bey sözmü kesti.
Ben: Hadi canım!
O Bey:- pardon pardon anlayamadım. Muz ve tansiyon mu dediniz? Ben doktorum ve bunu ilk sizden duyuyorum.
Anne:-Ben de geçenlerde gazetede okumuştum açıkçası.
O Bey: Allah Allah bilmemkaçyıllık ihtisasım boyunca hiç böyle bir şey duymadım.
Anne:-Hmmm doğrudur ozaman her görülene inanmamak lazım.

Neyse bu muhabbet aslında sıradan. Fakat genç doktor bey kendisinden,projelerinden,nerelerde okuduğundan, Amerika'daki yaşamından o kadar bahsetmiş ki bizimki "bön"leşmiş.
İkili muhabbet birden otobüs içi muhabbetine dönmüş.
Annem eve geldi ve kızım görmen lazımdı yaaa diyerek bu dohtoru ve olanları 2 saat boyunca anlattı. En sonunda internetten geniş çaplı bir araştırma yaptırarak son kararı verdi.

"Amaaan ben senin sevgili zaten seviyorum. Şaka yaptım kızım şaka!" Yahu annecim ne şakası bu? Allah allah...

kız, dul, bekar, evli fark etmez!


kız, dul, bekar, evli fark etmez, evlenmek ve aşk arkadaşı olmak istiyorum derken? 

evli olması nasıl fark etmiyor ben anlamadım :s
insanların yuvasını mı yıkacaksın be adam! 
çok ayıp çooooook

okula gittik, döneceğiz.

13 Kasım 2008 Perşembe

Vizeler dolayısıyla kapalıyız :)


Biz sınav dönemine girdiğimizde buraları boş bırakmayacak, başka okullarda okuyan ve sınavları bizimle çakışmayan yazarlar mı alsak ne yapsak :D

kasvet elmaları...

9 Kasım 2008 Pazar

Sanırım klavyenin tuşlarına her vuruşumda önümde oluşan paragrafların bana anlattığı şeyi aynen; kalemim de anlatıyor, çizdiğim resim , yaptığım örgü motifleri , içtiğim çay bardağının duruşu , yediğim yemeğin kokusu, aklıma gelen sayılar, yüzler ,filmler , kitaplar da...ve aynaya baktığımda yüzüm bile. Sıkıcı olmaya başlıyor herşey çok konuşuldukça biliyorum ama, kendimi aynı şeyi konuşmaktan alıkoymak şu aşamada pek olası bir durum değil.Bu birden geminin kaptanının dümeni zorla bırakmasını sağlayıp onu pilot olmaya zorlamak gibi bir durum olur sanırım. Adalar yok artık, kara parçaları bulutların arkasına saklanacak, bir yeri göreceksin bir göğü. Dayanabilecek misin fırtınada uçağı sağlam tutmaya yüklendiğin yolcularla.

Havadan mıdır, sudan mıdır, insanların kasvetli yanlarının her kelimlerine yansımasından mıdır, hayatı algılayış biçiminin gitgide olgunlaşmasından mıdır...Bu işte bir ağırlık vardır şu günlerde. Yazmadıkça geçer sandım yazınca geçer mi bilmem(?)

Yorduysam özür dilerim...

Biri artık papatya dolu bir sepetle gelebilir mi aramıza? Mevsimi bahane edin diye söylüyorum.

Yazacağınız yüzlerce kelimeyle anlatamayacağınız bir şeyi bazen bir resim öyle güzel anlatabilir ki...


Ye keyifle gülümse!

7 Kasım 2008 Cuma

Geldik yine sinir bozucu bir vize dönemine, bu seferki en sinir bozucu olanlarından biri...

Aklıma 2 sene önceki hocalarımızdan biri geldi, Türkçe olması gereken dersi Fransızca işleyen sevimli bir insan. 

Aklıma gelme sebebi şu an hangi dersten neye çalışmam gerektiğini bilmiyor oluşum aslına bakarsanız. Onun sınavlarında yazdırdığı her kelimeye çalışmanız gerektiğini bilirdiniz. Çünkü deftere yazılmış her kelime soru olarak muhakkak karşınıza çıkardı. 

15 civarı soru olurdu "aşağıdaki soruları cevaplayınız" şeklinde, herbirinin altında da 5-10-15 ya da daha fazla sayıda soru yazardı. 1oo puanlık bir sınav ve o maddeler halinde yazdığı sorular en iyi ihtimalle o,5o puan olurdu. Bir sınavda temel 15 sorudan birinin alt maddesinin yine 4'e ayrıldığını hatırlıyorum... En iyi ihtimalle 50 soru çıkardı o kağıtlardan yani. ama diyorum ya neye çalışmış olursanız olun muhakkak işinize yarardı ve muhakkak o kağıda yazılırdı.

Deftere yazdırılan herşeyin sınavda çıkması aslında sınavı kolaylaştırıyor tabi. "1o sayfanın beşine çalıştım, ama herşey benim çalışmadığım 5 sayfadan çıktı" diyemiyor kimse, 10 sayfa varsa 10 sayfadan da soru gelecek demek çünkü :D

Sabah sabah ders çalışmaya başlamaya çalışıyorum, sabah sabah yazdıktan sonra saate bir baktım da 12:28 olmuş, sabah değilmiş artık :-/
Pfffffff

Özledik be Şahali seni! (:p)
"Beni mi yoksa o dönemi mi özledin" diye sorma tamam mı :-/

Başlığın konuyla alakasını da bir ara anlatırım belki, kendisiyle girdiğimiz komik bir diyalogun temelidir "ye keyifle gülümse" cümlesi... 

Günümün mutluluk kaynakları

4 Kasım 2008 Salı

Hayatta insanı mutlu eden küçük şeyler vardır. Özellikle çok sıkıcı zamanları beklerler ortaya çıkmak için hani.


Bazen karşındaki zerre kadar farkında olmayabilir seni ne kadar mutlu ettiğinin. ama olsun.

Küçük şeyler mutlu eder işte bazı insanları, ama herkesi değil tabi!

Çok sinirli olduğunuz günlerde yolda size bakıp gülümseyen minik çocuklar ya da sevimli yaşlılar mutlu etmez mi sizi? Teşekkürünüze gülümseyerek cevap veren hiç tanımadığınız bir insan?

Hayat gerçekten çekilmez oluyor zaman zaman bir çoğumuz için, ama minik minik detaylar var yaşanır kılan.

Sinir bozucu geçen son birkaç günümden sonra beni gülümsetmeyi başarabilen minik johnnyciklerim mesela. Hediye almak elbet sevimlidir ama bir insan size bir şey hazırlamak için emek vermişse o çok daha değerlidir işte. Öyle anlarda benim neden bu konularda hiç yeteneğim yok diye üzülüyorum ben :) Yapabilsem neler yapacağım ama elimden gelmiyor işte :-/

Bakıyorum, baktıkça gülümsüyorum kendilerine :) Pek bi sevdim yau!

Şarkı,türkü,senaryo...

3 Kasım 2008 Pazartesi

Şu sevgili e.d'nin başlattığı şarkı muhabbetine ben de gireyim isteidim. Malum eski aktifliğim yok, her seferinde başlayacağım tekrar diyorum bir şekilde başaramıyorum. Neyse şarkılar üzerine bir iki birşey karalayarak yarım kalan adımı tamamlayayım.

Şimdi düşünüyorum da bende anısı olmayan herhangi bir şarkı yok. "Saçmalama, evrendeki bütün müzikleri dinlemedin ya!" diyebilirsiniz. Evet dinlemedim ama, duyduğum her müzikte kafamda bir seneryo oluşturup sanki öyle birşey olmuşçasına parçayı dinlerim. Parça biter ve ben " ne güzel olurdu" diyerek eğer kafamdaki seneryo beni mutlu etmişse parçayı tekrar açar ve olayı pekiştiririm.

Şöyle ki; 1.5 saat mesafelik bir yolda aynı parçayı "tekrar" moduna getirerek bıkmadan,sıkılmadan,dünyadan koparak dinlemişliğim hatta ineceğim yeri kaçırmışlığım bile vardır Neden? çünkü kafamdaki seneryo şişli'de değil Alabama'da bitiyor olabilir.

İnsanların o kafalarındaki "bunalım"ı kendilerinin yarattığına inanırım. Eğer ben de bir insansam durum bende bu şekilde gerçekleşiyor çünkü. Tamam etraftaki problemler,dertler,iki yüzlü insanlar,iletişim kopuklukları,parasızlık,dersler vs vs insanı ister istemez bunalıma sürükleyebilir fakat onlar bizi sürüklüyor diye girmek zorunda değiliz. Birdaha ki sefere der,kapıyı çarpar çıkarız kanımca:P. "Söylemesi kolay" diyenleri duyabiliyorum ama durum benim için gerçekten böyle.
Şimdi "insanların içine çıkmak istemeyeceğim,bunalımsal,sinirzop haller" moduna girdim diyelim. Ben, şahsen o halleri bazen sevdiğim için "gebersem de kurtulsam" moduna girerek beni en derinden iğneleyen bir müzik açarak kafamda kendi cenazemin seneryosunu kurarım. Sonra çok pişman olurum gerçi ama anlık o duyguyu hissetmek var ya beni kendime getirir.
Önce kendimi,kaybımın bütün dünyayı üzeceği bir şahsiyet olarak görürüm :P. Daha sonra cenazemdeki o muazzam kalabalığı gözlerimin önüne getirip hep bir ağızdan bağıra bağıra "o" parçayı söylediklerini hayal ederim (parçayı sormayın söylemem mümkin değil:P). İnsanların ne kadar üzüldüjklerini gördükten sonra "hayır ben yaşamalıyım" diyerek dünyaya dönerim. İşte egomu böyle tatmin ediyorum arkadaşlar :D.

Geçenlerde gene dolmuştayım kafamda "hold me in your arms" eşliğinde romantizmin doruklarına ulaşmışken-hem de gökyüzünde- (aklınıza kötü şeyler gelmesin gayet masumane:P) minibüsteki çocukcağızın içindekileri ortaya dökeceği geldi. Bende ne romantizm kalır ne başka birşey tabii ki hemen acil durumlar için mp3 playerın bir köşesinde tuttuğum heavymetal kütüğüne ait bir parçayı sonuna kadar açtım (normalde dinlemem fakat kusan birini görme,duyma fobim olduğu için sesi en iyi bastıran seçenek). Sankın sevgili o müzik türünü sevenler bana kızmasın. Bu bir hakaret değildir sadece ses düzeyi farkından dolayı öyle bir seçim yaptım (: .

Ya işte böyle. Hemen hemen dinlediğim her şarkı için romantik,duygusal,sinirli,mutlu,hüzünlü anlara uygun hazır seneryolarım bulunmaktadır. İhtiyacı olanlar iletişime geçebilirler :P.

Teşekkürler e.d ,teşekkürler s.L.n. konunun biraz dışına çıkmış olabilirm affedin:P...

aşk arıyor, aşk

2 Kasım 2008 Pazar

Üniversite birinci sınıftayız o zamanlar, fakülteye ilk geçtiğimiz yıl yani. Hazırlıktayken fakülteye geçmek çok fantastik bir şey gibi gelirdi. Fakültede 3. senemizi bitirdik hâlâ bir ilginçliğini görmedik, neyse...

Okuma dersine gelen manyak bir hocamız var, hani şu yaşının insanı olmayanlardan biri. Geçen yıl emekli oldu, yaşını aşağı yukarı tahmin edebilirsiniz sanırım buradan. 50'li yaşlarda olduğunu sanıyorum. 5o'li yaşlardaki bu insan elini eteğini çekmemiş hiçbir şeyden ama. Aşk arıyor durmadan kendine mesela :) Dümdüz oje görüntüsünden hoşlanmazmış, ilginç şekiller yapıyor parmaklarına, saçlarına rengarenk tokalar takıyor, hatta yanılmıyorsam bir gün kalpli tokalar takmıştı... Bütün hocalarımız eğitimle ilgili kitaplar yazarken o şiir kitapları yazmış. Birinin ismi pek manidar: "Ben Dünyalı Değilim".

Okuma dersinde bize getirdiği bütün okuma parçaları aşkla ilgili... Okuduklarımız yüzünden bunalıma sürükleniyoruz tabi. Eh hocamızdaki yaşama sevincinin ve umudun yarısı bile bizde yok ki!..

Bir sevgilisi olduğu iddia ediliyor, 3o'lu yaşlardaymış, okuldan sonra gelip motosikletiyle alırmış bizimkini. Hiçbirimiz görmedik aslında, ama öğrenci milletiyiz işte, böyle bir şey duymuşuz peşini bırakır mıyız hiç..

Günlerden bir gün derste sıkıntıdan patlama aşamasına geldiğimiz anlardan birinde resmetmiş e.d hocamızı ve genç motosikletliyi :)

Buyrun:


Emekli oldu gitti işte, dün Kadıköy'de gördüm koştura koştura dolaşıyordu yine. Önce bir tarafa giderken gördüm, sonra bir baktım karşıma çıktı yine. Ondaki enerjinin yarısı bile bende yok. (yaş farkımıza rağmen hem de)
Maşallah diyelim.

ne yapıyor bu şarkılar bana böyle?!

1 Kasım 2008 Cumartesi

e.d http://kirmiziagactamavielma.blogspot.com/2008/10/beni-zer-mi-bu-ark.html linkindeki yazıyı yazma planından bizi haberdar edince, sen yaz sonra ben de yazarım şarkılar üzerine demiştim. Sonra yasaklandık, o oldu, bu oldu derken yazamadım. Kısmet bugüneymiş..


Duyduğumda mekanı terk ettiğim şarkılar vardır, onlar "anısı olan" şarkılardır, "ah benim yaşadıklarımı anlatıyor, duymamalıyım bunu" diyip mekanı terk etmişliğim yoktur, saçma da bulurum. Zira benim durumumu anlatıyor dediğin şarkı çok büyük ihtimalle "ayrılık" üzerinedir, zaten şu ana dek yapılmış bütün şarkıları inceleme imkanımız olsa ayrılık şarkılarının diğerlerinden epey fazla olacağını düşünüyorum. Hal böyleyken "bu şarkı beni anlatıyor, çekilin lan önümden" diyerek ortalığı yıkmak tuhaftır. ama anısı olan şeylerden kaçmayı severim, hem manyak gibi ağlayacağıma bırakın kaçayım canım.
Bir şekilde hatırası olan o çok özel şarkıları tabi ki anlatmayacağım.
Rahat bir insan mıyım o kadar?
Değilim.

Hayatınızla uzaktan yakından ilgisi olmayan şeyleri anlatsa da sözleriyle müziğiyle öyle etkileyici şarkılar vardır ki dinlerken bir anda şarkıda anlatılan ruh haline girip kendinizi orda anlatıldığı gibi hissedebilirsiniz. Sanırım bunlara vermek istediği duyguyu tamamen verebilen başarılı şarkılar diyebiliriz.

Benim için bu kategoride olan şarkılar neler, işte ben onlardan bahsedeceğim. Tabi bu uzun girişi okumaya tahammül edip buraya kadar geldiniz mi emin değilim.

3 doors down-Here without you
Şarkıyı ilk dinlediğimde burda sensizim ama sen hep benim aklımdasın, hep seni hâyâl ediyorum, rüyalarımda sen varsın manasında şeyler söyleyebileceğim herhangi bir insan evladı yoktu hayatımda, ama dinlerken oturduğum yerde küçülürdüm şarkı yüzünden.
"But all the miles had separate, they disappear now when I'm dreaming of your face" dediği bölümde o zamanlar da ağlama krizine giresim gelirdi, hâlâ da gelir.

Alanis Morisette-You oughta know
Alanis Morisette'e bu şarkıyı yazdıran adamdan nefret ediyorum her dinleyişimde, elime verseler işkence yaparak öldürürüm, yavaş yavaş, o kadar yani. Anlatmak istediği duyguyu öyle güzel veriyor ki... 
And every time you speak her name
Does she know how you told me you'd hold me
Until you died, till you died
But you're still alive


kısmında mesela sanki bahsi geçen durumu yaşayan benmişim gibi hissediyorum. "Allahın cezası hepsi böyle bunların" diyerek dizilere tv başında müdahale eden yaşlı teyzeler gibi oluyorum.

"And every time I scratch my nails down someone else's back
I hope you feel it...well can you feel it"

kısmında hissediyorum zaferle karışık nefret duygusunun yüzüme bakılınca bile anlaşılabileceğini :) Bu derece yaşıyorum bu şarkıyı dinlerken, şarkıda anlatılan hissiyatı şu ana dek yaşamadık, Allah ileride yaşamaktan da korusun diyelim...

Anathema-One Last Goodbye
Bu şarkıyı yolda dinlerken beni görseniz yanıma gelmeye korkarsınız o kadar söyleyeyim, siz anlayın ne gibi bir durumda olduğumu..
Şurda şunu hissediyorum, burda bunu hissediyorum diye bölemiyorum şarkıyı, şarkıda geçen her kelime biraz daha ağlama isteği duymama sebep oluyor, o kadar...

Aslı-Tüm Şehir Ağladı
Bu şarkıyı ilk dinlediğimde daha tüm şehir ağlamamıştı herhangi birinin gidişinden dolayı.. 

Athena-Yalan
US albümünü ilk dinlediğimde, şarkıda anlatılanla uzaktan yakından herhangi bir şekilde ilgisi olan hiçbir şey yaşamamışken çöktüm kaldım oturduğum yere.
"Yalnız kendine inkârın, sadece senden kaçarsın
Hâlin ele verir, anlamazsın..."

Düş Sokağı Sakinleri-Seni Tanımayan Yok Bu Şehirde
"yeter çek git güneşimden ya da beni bana bırak ne olur..."
kısmında canıma okur kendileri...
En çok can yakan kısmıysa "dönüşünü bekler evimdeki yastığım, yorganım, duvarım, gitarım, ben.. Rüzgâr bir hüznü oynatır yerinden ve sevgiyle ağlarım düne. Ve birikir içimde bir acı, şehir ve sen..."
(DSS şarkılarını can yakmak amacıyla yapar zaten, bütün şarkıların birbirinden fena oluşunu nasıl açıklayabiliriz ki?)

Ezginin Günlüğü-1980
İnsanı öldürmek için yapıldığı kesin olan şarkılardandır.
"Gitme,gitme gittiğin yollardan dönülmez geri
Gitme, gitme el olursun sevdiğim, incitir beni..."

Grup Gündoğarken-Gördüğüme sevindim
Bu da öldüren şarkılar arasında baş sıralara oynar.

Avrasya-Duvarda Ayrılığın İz Yapmış
Çok bilinen bir şarkı değildir, hatta hiç bilinen bir şarkı değildir ama bu can yakmasına engel değildir.

Nazan Öncel-Gitme Kal Bu Şehirde
Nazan Öncel ben küçükken "müzik" yapardı. O dönemlerde bir de "Gidelim Buralardan" diye bir şarkı yaptı mesela. Sonra tuhaf şeyler yapmaya başladı işte...

Bu listeye Türk müziğinin en önemli isimlerinden biri olan Sezen Aksu'yu eklemeden geçmeyelim. Şarkımız Goran Bregoviçle ortak çalıştıkları albümden..
ismi "Allahın varsa"

Reflex-Sen Hep Benimsin

Kimden dinlemeyi severseniz- Ain't no Sunshine

Kesmeşeker-Tek kişiyim ben hâlâ, Ne Zaman Gitti Tren

Kumdan Kaleler-Evde Yoklar

Noir désir-Le Vent Nous Portera 
Götür artık rüzgâr nereye götüreceksen!

Oasis-Stop Crying Your Heart Out
Butterfly Effect'in son sahnesi...

Pink Floyd her ne yapmışsa..

Queen-Too Much Love Will Kill You
"I used to bring you sunshine
now all I ever do is bring you down..."

Whisky-Yak Bizi

Vega-Isınamazsın Ağlarken

Yeni Türkü-Terkeden
Akıl sağlığına zararlı şarkılar listesinde ilk sıraya oynar kendisi bence. 
"Kimdi giden, kimdi kalan
giden mi suçludur her zaman"
diye girer şarkıya, tepkisiz kalırım. 

"Aslında giden değil kalandır terk eden
Giden de bu yüzden gitmiştir zaten"
dediğinde "peki, öyledir tabi, doğrudur yani niye doğru olmasın" gibi abuk sabuk şeyler geçiririm kafamdan. Bunca yıl doğru kabul ettiğimiz bir şeyin tersini söylemesi olabilir insanı bu kadar sarsan. 

Yoruldum, listemi şimdilik bitiriyorum yine Yeni Türkü'den "Destina" ile.
"dün gece sen uyurken yüreğim bir yıldız gibi bağlandı sana..."

Derya Köroğlu "sen öyle umarsız uyusan da bir köşede, işte bu yüzden sırf bu yüzden işte, yaşamdan çok ölüme yakın olduğun için, seni bu denli yıktıkları için..." bölümünü öyle söyler ki işi gücü bırakıp şarkıya yoğunlaşırım..

Dediğim gibi bazı şarkılar anısı olduğu için can yakar ya da bir şekilde bağdaştırırsınız yaşadıklarınıza vs. ama bazılarının ne anıya ihtiyacı vardır, ne de yaşadıklarınızla bir bağlantıya... Bunlar dinlerken benim canıma okuyan şarkılardan bir kısmı. Biraz daha rahat bir insan olsaydım, ya da ne bileyim kimliğimi deşifre etmeden yazsaydım (:p) o zaman o bahsettiğim hayatımda yeri büyük olan şarkıları da anlatabilirdim belki. ama şimdilik bu kadarı kafi :)