Rembetiko!

27 Nisan 2009 Pazartesi

Geçen yıl devlet tiyatrolarının aylık çizelgesini incelerken gözüme iki oyun ismi takılmıştı. Biri Giordano Bruno idi ve bir diğeri de Rembetiko! Giordano Bruno şu ana kadar izlediğim en güzel oyundu evet ve diğerini de dün izleyip ikinci sıraya koydum! Dün, tarihe unutulmayacak bir oyun ekledim: "Rembetiko" dedim, unutma dedim:)



Savaş sonrası…
Mübadele…
Göç…
Yabancılaşma…
Tutunamama…
Ve bir çığlık: Rembetiko
Aşkın ve isyanın ezgili çığlığı!

Sahnede bir oyuncu belirir ve bu sözleri sarf eder...Sonra bir toz bulutu kaplar her yanı ve rüya
başlar!

Savaş, yangın, ölüm, kalım arasında çalan bir müzik vardır hep...Bazen bir acı çığlık gibi olur o müzik, bazen bir neşe, bazen bir aşk, bazen...
Müzik içinize işler, sesler, oyunculuk, danslar hepsi bir bütün olarak içinizde yer edinir birer birer...
Siz hayran hayran bakarsınız bazı oyunculuklara, bakın şöyle ikisi bir arada!
Uğur Çavuşoğlu bana "a" dese ağzım açık dinlerim ben onu ya!!! Ve yanındaki hatun da başrol oyuncusu Zeynep Çimenser, buğulu bir sesi var, ışıl ışıl gözleri... Bir anda küçük bir kız, bir anda bir dertli kadın...Ama buğulu ama ışıltılı işte...

Sonra aşk var işte, dedik ya karışık burada her şey...Ama bir aşk var, gizliden, yıllarca devam eden, farkedilmeyen...Güzel bir aşk...Birçok yerinde alkış tutmak istediğimiz, eğlendiğimiz oyun, bu aşk noktasına gelince dolu dolu ediyor gözlerimizi...



Bu benim ilk müzikalimdi ve iyi ki ilkti...
Birçok duyguyu aynı anda yaşadım, müziğin güzelliğini birkez daha anladım...
Müziğin pek çok şey demek olduğunu, bazı şeylerin söze ihtiyaç duymadığını...
Bazı şeylerin içine işlediğini ve sen bilmesen de onların hayatına yön verdiğini...
Hayat çok karmaşık olsa da zor olsa da içinde pek çok güzelliğin olduğunu...
Tiyatrodan çıktığımızda içimiz bir hoş olmuş idi, gözlerimiz duygulu, yüzümüzde bir gülümseme...
Bir karmaşa...
Ama bir iyi ki, evet, "iyi ki gitmişiz"

La Maison En Petites Cubes

15 Nisan 2009 Çarşamba

Ağaç ahalisi bu ara sessiz...


Ben de biraz hareket gelsin diye bir kısa film paylaşayım dedim, e.d.'yle bahsetmiştik geçenlerde bundan. Ortak blogumuzda da bulunsun :))

Filmin ismi: "La Maison En Petites Cubes". (The house of small cubes)
En iyi kısa animasyon Oscar'ı almış. Japonya yapımı. 

İzleyin :)

Bir sınav sabahı...

5 Nisan 2009 Pazar


Yıldız Teknik Üniversitesi Davutpaşa Kampüsü'nde bir sınav öncesi...


-Pardon Fen-Edebiyat Fakültesi B blok ne tarafta?
-Fen-Edebiyat'ın kapısı şurada, girişler ordan yapılır herhalde.

-Dünkü sınav nasıldı?
-Yaa muhasebe beklediğimden kolaydı.

-Ben bu iktisattan bir şey anlamıyorum.

-Kalacağım galiba yine muhasebeden.

-Tarihe çalışıyorum, sen çalıştın mı?
-Sabah baktım biraz.

-Bu kambiyo mevzuatı çok zor yaa.

-Çok çalışamadım buna.

-Günlerdir çalışıyorum ama anlamıyorum.

Onlarca benzer cümle... Sınav stresi yaşayan insanlar... Sınav olmasını umursamayan insanlar... Çocuğunu bırakmış sınava gelmiş insanlar... Benim gibi bir bölüm bitmeden öbürüne bulaşarak iyi mi yoksa kötü mü yapmış olduğuna karar veremeyen insanlar... Kızının sınavdan çıkmasını beklerken örgü ören bir teyze... Çimlere serilmiş biri ders çalışan biri Puslu Kıtalar Atlası okuyan bir çift... Daha ileride çimlere uzanmış ders çalışan başka bir çift... Yemek yiyenler, çay/kahve içenler, güneşin tadını çıkaranlar, güneşten saklanmak için gölgeye kaçanlar... Rüzgarın tadını çıkaranlar ve rüzgardan şikayet edenler...

Birbirine hiç benzemeyen, belki de çok benzeyen onlarca insan.

Biraz ilerideki açıklıkta, kendisini göremediğim ama orada olduğunu bildiğim küçük çocuk ve o küçük çocuğun gökyüzünde süzülen kırmızı uçurtması...

İyi ki uçurtman ve sen kendinize orayı seçmişsiniz be çocuk!

Gülümsemenin zor olduğu anlar olur ya hani, hani halin olmaz ya bazen hiçbir şeye... Halin olsa isteğin olmaz, muhakkak eksik olur hani bir şeyler...

O anlarda sevimli şeyler çıkar ya bir yerlerden.

İşte o sevimli şeylerden biriydi o çocuk!

Anlatmadan duramadım :)

Ama ama o sevgilim!

2 Nisan 2009 Perşembe



İnanılması güç sevgili modelleri var. Ben bunları görüp çoğu zaman o saçma hallerine gülüyorum, çoğu zaman sinirden halden hale geçiyorum.

Durum-1: Sevgilimi tanıştırayım:Telefon

Bu durumda kız çevresiyle tüm bağlantısını kesip telefonuyla haşır ve de neşir olur. Ders anında, yemek yerken, yok efendim sen o kişiye bir şeyler anlatmaya çalışırken o karşınızda tık tık mesaj yazar. Tüm parasını fatura yahut kontör almaya harcar. Benim zannımca bu kişiler birbirlerine"başlarını sağa çevirdiklerini, sola çevirdiklerini, arkalarına baktıklarını, nefes aldıklarını..." dahi haber etmekteler.

Durum-2: Sevgilimi tanıştırayım: Yok tanıştırmayayım, hatta susayım, kızar!
Bu durumun pıtırcıkları birbirlerini kıskanmakla geçirirler vakitlerini. Ona kızar buna kızar ve bir küser bir barışırlar. Kız lavaboya giderken izin alacak kadar durumu abartabilir. Erkek,kızın kız arkadaşlarıyla dışarı çıkmasını denetleyecek kadar durumu abartabilir. Arkadaşını uyaran arkadaş modeli ise çok hatalıdır.(Hem güvensizlikle alakası yoktur ki bu durumun!) Aman dikkat böyle insanlara, sakın bulundukları durumu eleştirmeye kalkışmayın, sevgili buna da kızar mazallah arkadaşsız kalırsınız(!)

Durum-3: Sevgilimi tanıştırayım: Gelmiş geçmiş en büyük alim!

Bu durumun insanları birbirlerini yücelte yücelte dipteki gerçekleri görmez olurlar. Sevgili ne derse doğrudur, aksini söyleyen herkes yanlıştır, hatta aksini söylemesi onun kötü biri olduğuna dalalettir. Kişi kendi doğrularını sevgilinin doğrularıyla değiş tokuş eder. Benliğinden uzaklaşıp sevgilileşme sürecine girer.

Durum-4: Sevgilimi tanıştırayım: Sevgilim değil ki "aşkım, bebeğim... o"

Vıcık vıcık insan modelleri kendileri. Kelime dağarcıklarını bu kelimelerle değiştirmişler zannımca. Uyarmayın bunları da aman! Hem onlar bebeğim demiyor ki, sadece aşkım diyor ya da birtanem derken pek hissiyatlı davranıyor...

Çok sevdiğim insanlar var ve sevgilileri olunca öyle değişiyorlar ki allak bullak oluyor insan. Zaman zaman sinirden deli oluyor, bir yandan susmaktan, içine atmaktan bıkıyor...Sabrın tükenir uyarırsın "Bak önceden böyle değildin, bak şurası yanlış, o melek değil çekinme itiraf et...vs vs" Ama onlar gözlüklerini takmışlardır, bence daha çok atlar kullanıyor onları. Ha bir de savunmaları var: "Ben de öyle diyordum ama kendine gelince her şey değişik oluyormuş" Yok efendim, doğru doğrudur, yanlış yanlış!

Büyük mü konuşuyorum bilmiyorum ama ben bu durumların hiçbirini kaldıracak zihniyette biri değilim. Bu aşk değil başka bir şey başka: Esaret, aptallık,saçmalık...