Yeni yıl gelmiş diyorlar...
Madem öyle ben de "kutlu, mutlu olsun bu yıl" diyeyim.
Hem inanınca oluyor diyorlar ya...
Mutlu Yıllar!
31 Aralık 2010 Cuma
Korkudan Bahsedeceğim Bu Akşam
21 Ağustos 2010 Cumartesi
"Mükemmeliyetçi zihniyetimin oyunları bunlar" dedim kendi kendime. Her şey istediğim gibi olsa olur sanıyorum. Sonra her şey gerçekten de güzel görünüyor. Kendimi hazırlıyorum, bu kez her şey mükemmel... Olmaması için bir sebep var mı?
Sonra olup olmadığını anlamıyorum. Bekliyorum. Oyuna dahil oluyorum. Üzerime düşen rolü oynuyorum bir güzel. Mutluluğumu sorguluyorum sonra... Mutlu muyum? Sahiden mutlu muyum? Bilemiyorum, önceki mutluluklarla karşılaştırmalardan nefret ediyorum. Zaman diyorum yeniden, her şeyi onun üzerine yıkıyorum.
Zamanla korkmaya başlıyorum bir şeylerden. Aslında hep korkuyorum... Bir şeylerin yanlış gitmesi, düzeltilemeyecek hataların oluşması, her şeyin geride kalıyor oluşu korkutuyor beni. Mükemmeliyetçi zihin kabullenemiyor minicik bir pürüzü...
Oysa biz, pürüzleri de sevmiştik zamanında...
Hem ne çok sevmiştik o pürüzleri...
Ama hep o pürüzlerden olmamıştı, hep onlardan...
Şimdi işte korkuyorum.
Geri dönememekten, arkama bakamamaktan, mükemmellerden...
Mutluyken aniden çok mutsuz olmaktan, korkuyorum.
Geçecek değil mi tüm bunlar...
Korkmadan mutlu olabileceğim değil mi?
e.d'ye mektup...
25 Temmuz 2010 Pazar
Üniversite hayatının ilk günlerine gidiyoruz birlikte.
Bütün asosyalliğime rağmen hemen birkaç arkadaş edinmişim nasıl olmuşsa. Daha doğrusu o sıralar hislerim şöyle:
Arkadaş No.1: Kayıtta tanıştığım sevimli kız. Sanırım iyi anlaşabiliriz onunla.
Arkadaş No.2: Derse geç kaldığım ilk gün kayıtta tanıştığım kızla arkadaş olan fırsatçı ve suratsız kız. Gıcık oluyorum ona.
Arkadaş No.3: Suratsız kızın yanında dolaşan diğer kız. Nötrüm ona karşı.
Dördümüz minik sınıfın en önüne dizilmişiz. (Ben geç kaldığım için başka yer kalmamıştı. Sonra hepsini yanıma toplamıştım.)
İlk 2-3 günü böyle geçirdik.
Aynı haftanın içinde bir gün, yağmakta olan korkunç yağmurla boğuşarak okula gitmeye çalışıyorum. Oğlak burcuyum, şemsiyesiz çıkar mıyım hiç? Esen şiddetli rüzgardan korunmanın yolunuysa bulamamışım.
Mecidiyeköy'de hızlı adımlarla yürürken otobüs durağında tanıdık bir sima görüyorum. "Ufff bu bizim sınıftaki kız, hiç çekilmez şimdi, beni görmese bari" derken yakalanıyorum.
...
Şaka tabi :)
Yağmurdan önümü bile görmüyorum, duraktaki kızı nasıl göreyim? Yine de böyle anlatmak hoşuma gidiyor :)
Nasıl oldu hatırlamıyorum ama yolun kalan kısmını onunla tamamladık o gün. Sonra üniversite hayatımızın 5 yılını birlikte tamamladık. Derslerin çoğunda yanyana otururken bütün sıkıntımı onunla paylaştığım 5 sene... Ne zaman onu resim çizerken görsem sinir olduğunu bildiğim için "Edaaaa kimi çiziyorsun?" diye sorduğum 5 sene...
Kadıköy'de, Göztepe'de, kampüste, Altıgen'de, Marmara Cafe'de, Boğaziçi'nde, Taksim'de, Kahve Dünyası'nda, Simit Sarayı'nda, Green'de, Marmaris Büfe'de, Fransız Kültür Merkezi'nde, bibliothèque'te, 005'te, 007'de, 207'de, 208'de, şu an aklıma gelmeyen onlarca yerde geçmiş 5 sene...
Bütün günler güzel geçmemişse de kalan sağlar bizimmiş!
Hiç aklıma gelmezdi böyle olacağı ama özlüyorum çok.
Hazırlığı, 4 saat içinde en az 5 kez inip çıktığımız o merdivenleri, fakülteye geçiş heyecanını, fakültede heyecanlanacak hiçbir şey olmadığını keşfedişimizi, Mezune Hoca'yı, İfo'yu, Hüseyin'i, Hilmi'yi, hatta Şahali'yi :) Aaa Mehrizat'ı unutmamalıyım! Bir de Simone'yi :P (Füsun, Yaprak vs. demeye gerek yok, bunları bile özlüyorsam o güzel insanları özlerim tabi)
En çok da birlikte geçirdiğimiz zamanları özlüyorum. Bahar şenliklerini, sağa sola yaptığımız gezintileri, Marmara Cafe'de sabah kahvaltılarını, Buğra'nın kahvesini :)
Yine de mutluyum. "En azından çok sağlam insanlar kaldı yanımda" diyorum. Üniversite yıllarımın en büyük kazancı.
Halt etmiş "Üniversitede arkadaşlıklar sahte" diyenler!
Canım;
Herkesin çok sakin biri sanmasına rağmen en manyak anlarımda benden daha manyak olan, üniversite yıllarımı çekilir yapan canım arkadaşım...
İyi ki doğmuşsun!
İyi ki şemsiyemin altında 1 kişilik yer açmışım o gün sana.
İyi ki şu geçen 6-7 senelik zamanda başımızdan geçen onlarca şeye rağmen bir arada kalmayı başarmışız.
Doğum günün kutlu olsun!
Seni çok sevdiğimi söylemiş miydim?
Gönderen Selin zaman: 03:23 1 yorum
Etiketler: doğum günü, e.d, sLn
August Rush
23 Temmuz 2010 Cuma
İstanbul'da
22 Haziran 2010 Salı
Pinhani çok popüler oldu o malum diziden sonra. Çok popüler olunca da dinleyemedim pek fazla... Nasılsa her yerde zorla dinletiliyorduk, değil mi ya? O malum dizinin malum şarkıları değil de etrafta pek işitmediğim "İstanbul'da" adında bir şarkı vardı. Sözleri de şöyleydi:
yol kenarında oynayan çocuklar gibi
topum kaçtı bugün yola
evin önünde sulanmayan çiçekler gibi
başım düştü saksıma
istanbulda kimim var , kimin için bu toz duman
istanbulda neyim var , ne kaldı ki kalabalıktan
kaçamayıp da saklanan kedicikler gibi
sığındım senin sıcaklığına
sevemiyorsan istanbulu benim gibi
kaçalım yine bozkırlara
istanbulda kimim var , kimin için bu toz duman
istanbulda neyim var , ne kaldı ki kalabalıktan
yere düşünce kırılmayan bir oyuncak gibi
alıştım ben yuvarlanmaya
istanbulda ne kaldı ki
İstanbul'u sebepsiz yere sevdiğim zamanlardan sebepli yere sevdiğim zamanlara rastlar bu şarkıyı işitişim. Uzanıp dokunamama, oraya gidip barınamama, o bildik caddede herkesi o zannetme zamanı işte... Oysa bilmezdim ben, o zamanlar çocuktum -ilk gidişimde- düşünmezdim bir gün o şehirde yaşamadan o şehri seveceğimi. Özleyeceğimi, her İstanbul kelimesinde irkileceğimi...
Sevginin özünden olsa gerek, sevince bir beklentidir gidiyor. Madem sevmiştim ben bu şehri, benim olmalıydı öyle değil mi? Öyle değil. Hayata göre öyle değil. İşte tam bu noktada tutunuyordum şarkıya:
istanbulda kimim var , kimin için bu toz duman
istanbulda neyim var , ne kaldı ki kalabalıktan
Cevabı bilinen sorular, uzaktan gelen bir "hiç kimse" ve hatta belki sonunda bir ünlem.
Sonra, şarkının son kısmıyla avunuyordum:
yere düşünce kırılmayan bir oyuncak gibi
alıştım ben yuvarlanmaya
Bitmeyen hatalar, bir türlü alınamayan dersler...
13 Haziran 2010 Pazar
Erkenken
28 Nisan 2010 Çarşamba
Hep başka olumsuzluklar düşünülmüştü de nedense "ayrı" olmanın olumsuzluğu yenememişti onları. Demek bu kadar dayanılırdı ayrı olmak. Ve benim dayanıksızlığım hep göz ardı edilendi.
Mimi wo sumaseba
17 Mart 2010 Çarşamba
İyi ki doğdun a.nur!
10 Mart 2010 Çarşamba
Buralarda bir doğum günü çocuğu var bugün yine.
Gönderen Selin zaman: 21:20 1 yorum
Etiketler: a.nur, doğum günü, sLn
Koru beni
6 Mart 2010 Cumartesi
Saat henüz 8 olmamış, hani şu sabahın körü dediğimiz saatler... Sağa sola koşturan insanların arasında sakin sakin yürüyorum. Birileri işine gidiyor, birileri dersine yetişmeye çalışıyor, benimse aklımda gideceğim yerden daha önemli şeyler var. Sabaha kadar boğuştuğum can sıkıcı rüyalar, yanıma almam gereken şeyleri evde unutmanın sıkıntısı, hayatımı ve aklımı meşgul eden onlarca şey hakkında bir dünya soru...
Gerizekalılar gibi
7 Şubat 2010 Pazar
Güzel şeyler olsun istiyorum. Gece gece oturup bunu istiyorum, evet.
Böyle, sevinesim var bir şeye. Sonra o sevinçle türlü türlü şeyler yapasım var.Dışarda hava nasıl bilmiyorum ama gecenin bu vakti dışarı çıkıp bisiklete binesim var. Yağmur yağıyorsa döne döne ıslanasım var. Yüksek sesle neşeli şarkılara bağırıp çığırasım var. Sevincimden şu an kim ne derse her şeye "tamam!" diyesim var. İyilik perisi olasım var...
Güzel şeyler olsun istiyorum. Bunun ne olduğunu da bilmiyorum, dahası bilmek de istemiyorum. Ben onu beklemeyeyim istiyorum, evet, artık hiçbir şeyi beklemeyeyim. O benim hiç beklemediğim bir anda kucağıma düşüversin istiyorum.
Böyle, mutluluktan uçasım, deli gibi gezinesim var.Heyecan, şaşkınlık ve sevinçle dolu o yumağı kucaklayıp uyuyamayasım var.Düşüncesi ile kendi kendime gülümseyesim var. Sonra -kimse gördü mü ki- düşüncesiyle etrafa bakınasım var.
Güzel şeyler olsun istiyorum, evet, gece gece bunu gerizekalılar gibi istiyorum!
"Gerizekalı" ayrı yazılıyor da olabilir.
Kış çocuğumuz büyürmüş aman da aman!
5 Ocak 2010 Salı
Bence kader bazı vakitler ağlarıyla çok farklı yaşamları birleştiriyor. Üzerinde düşünemeyeceğin kadar uzak yaşamlar, olasılıklar bir anda birleşiyor, olası oluveriyor.
Biz onunla tuhaf bir mekanda rast gelmiştik evvelden. Bir forumun sıcaklığında, pek de birbirimizle alakadar olmayarak, uzaktan yorumları okumakla başladı her şey desek daha doğru olur.
Bizim kız belliydi o zamanlardan da... Bazen bir mantıklı ki sorma gitsin, sonra bir başka gün bakıyorsun deli, arada kalıyorsun. Sonra bakıyorsun akıllı, sonraki bakışında duygu yumağı. Bir başka gün kültür mantarı...
Sonra duyduk blogu varmış. Tabii o zamanlar bizim site mazi olmuş idi. Kadere bak ki, site mazi oldu ama ağlar bloglar arası örüldü bu kez...
Birini görmeden tanıdım işte. Birini görmeden anlayıp sevdim. O çok anlatmaz da kendini, kapılar ardından söyler söyleyeceğini ama bazen aralanır o kapılar anlayabilene, hissedebilene...Böyle de derindir işte...
Sonra friendfeed çıktı bir de. Sırf o ve tayfası için üye olunan mekan. Sıcak ailemiz bizim:))
Orada kaynaştık, mazilerden bahis açtık, bolca delirdik...
Ne desem ki daha; bizim kırmızı ağacımızın sLn'i, voodoomuz yeni yaşına girmiş işte bugün. Kış çocuğumuz içimizi ısıtmış da bize bugünde böyle bir yazı yazdırmış...
Ben çok az tanıyorum belki onu, belki hiç görmedim ama olsun.
Şu halde çok içten bir "iyi ki doğdun" diyebiliyorum.
"İyi ki doğdun sLn!"
Biraz yaşlandın ama olsun, biz seni böyle de severiz:P
Umarım çok güzel bir yaş olur senin için...
Gönderen a. zaman: 00:41 1 yorum
Etiketler: a.nur, doğum günü