İstanbul'da

22 Haziran 2010 Salı



Pinhani çok popüler oldu o malum diziden sonra. Çok popüler olunca da dinleyemedim pek fazla... Nasılsa her yerde zorla dinletiliyorduk, değil mi ya? O malum dizinin malum şarkıları değil de etrafta pek işitmediğim "İstanbul'da" adında bir şarkı vardı. Sözleri de şöyleydi:

yol kenarında oynayan çocuklar gibi
topum kaçtı bugün yola
evin önünde sulanmayan çiçekler gibi
başım düştü saksıma

istanbulda kimim var , kimin için bu toz duman
istanbulda neyim var , ne kaldı ki kalabalıktan

kaçamayıp da saklanan kedicikler gibi
sığındım senin sıcaklığına
sevemiyorsan istanbulu benim gibi
kaçalım yine bozkırlara

istanbulda kimim var , kimin için bu toz duman
istanbulda neyim var , ne kaldı ki kalabalıktan



yere düşünce kırılmayan bir oyuncak gibi
alıştım ben yuvarlanmaya

istanbulda ne kaldı ki


İstanbul'u sebepsiz yere sevdiğim zamanlardan sebepli yere sevdiğim zamanlara rastlar bu şarkıyı işitişim. Uzanıp dokunamama, oraya gidip barınamama, o bildik caddede herkesi o zannetme zamanı işte... Oysa bilmezdim ben, o zamanlar çocuktum -ilk gidişimde- düşünmezdim bir gün o şehirde yaşamadan o şehri seveceğimi. Özleyeceğimi, her İstanbul kelimesinde irkileceğimi...

Sevginin özünden olsa gerek, sevince bir beklentidir gidiyor. Madem sevmiştim ben bu şehri, benim olmalıydı öyle değil mi? Öyle değil. Hayata göre öyle değil. İşte tam bu noktada tutunuyordum şarkıya:

istanbulda kimim var , kimin için bu toz duman
istanbulda neyim var , ne kaldı ki kalabalıktan


Cevabı bilinen sorular, uzaktan gelen bir "hiç kimse" ve hatta belki sonunda bir ünlem.

Sonra, şarkının son kısmıyla avunuyordum:

yere düşünce kırılmayan bir oyuncak gibi
alıştım ben yuvarlanmaya



Bitmeyen hatalar, bir türlü alınamayan dersler...

13 Haziran 2010 Pazar





Hayatımın farklı dönemlerinde bazı yanlış yerlerde takılmış kalmıştım. Şimdi yanlış diyorum ama o zaman için olabilecek en doğru yerlerdi oralar. Başka bir yerde olmam mümkün değildi. Şimdi durup geçmişe baktığımda yaptığım tek şeyin kendime zarar vermek olduğunu görüyorum.

Nefret edilmesine rağmen uzun zaman boyunca hayatımdan atmadığım insanlar, hak etmemesine rağmen çok fazla değer verilen ve o süreçte beni fazlasıyla yıpratan başka insanlar...

Ne oldu sonra?

İnsanlar hatalarından ders alıyor gerçekten ama her defasında yeni hatalar yapıyor, yani yine hata yine hata.

Bir de ben ders alma konusunu pek beceremiyor gibiyim. Sobaya elini değdirip yakan ve bir daha sobaya dokunmayan o meşhur çocuk var ya hani, o benden daha başarılı. Ben sobaya bir daha dokunmamak yerine sobayı çöpe atıyorum. Yetmiyor, sobanın yerini tutabilecek her ne varsa hepsini toplayıp uzaklaştırıyorum çevremden. O yüzden sanırım ders almak değil benimki. İsim veremediğim bir şey.

Kaç kez hata yapar insan işleri tamamen yoluna koyana kadar?
İşler tamamen yoluna girer mi peki?
Ben de bir gün saçmalamayı keser miyim mesela?

...