Bir rüyaydı, geçti ve bitti.

15 Ekim 2008 Çarşamba


İki sene öncesinde bir cumartesi akşamı... Saat 23.00...
Panayır alanını andıran, insanların son derece dertsiz göründüğü, sorunların barınmadığı bir meydan düşünün. Hemen hemen bütün insanlar alkollü fakat sapıtan,sataşan yok. Herkes gülüyor,eğleniyor. Saatli kulenin karşısındaki sokakta üç genç müziklerini yapıyor. Etrafında insanlar toplanmış pür dikkat onlar izliyor. Diğer bir köşede iki sevgili yanak yanağa poz vermiş,yüzlerinde uzun zamandır orada oturduklarını az çok belli eden bir ifadeyle orta yaşlı sanatçı amcamıza poz veriyor. Heryer ışıl ışıl,gözlerimiz kamaşıyor.

Ben ve arkadaşım havanın güzelliğine ve ortamın ahengine kendimizi kaptırmış yürüyoruz. Sürekli en son ne zaman bu kadar huzurlu ve mutlu olduğumu düşünüyorum. İşte, o "hiç bitmesin" dediğim anlardan biri daha. Geçiyor fakat durduramıyorum.

Çok yakın olmadığını düşündüğümüz fakat çok da uzak olması imkansız olan biryerden insanın uçmasını kolaylaştıracak bir piyano sesi geliyor. Çok buğulu bir şekilde kulağıma kadar gelen diğer melodilerin seslerini de tek tek duyuyorum. Farkında olmadan oraya yürüdüğümüzü anlıyoruz. Birbirimize bakıp, aynı şeyleri düşündüğümüzü farkederek arkadaşımla gülüşüyoruz.
Tek kelime etmeden geldiğimiz o yolda insanların ne kadar mutlu olduğunu görmek beni birkez daha şaşırtıyor. Kendi hissettiğim huzuru da düşünerek bunun orada normal olduğunu anlıyorum.

Ses gittikçe netleşiyor. Belli ki ileride bir yerde konser var. Hemen içecek soğuk birşeyler kapıp konser alanına gidiyoruz. Vardığımızda başka bir büyülü atmosfer bizi karşılıyor. İnsanlar yerde oturmuş,kendinden geçmiş ve sanki dünyada değillermişçesine sahnedeki jazz grubunun müziğini dinliyorlar. Sahnede genç bir piyanist solo atıyor, trionun diğer orta yaş üstü elemanları da müziği tamamlıyorlar.

Saatin 03.00'a yaklaştığını farkettiğimde ürperdiğimi hissediyorum. Hava serinlemiş olmasına rağmen konserlerin ve eğlencenin sabaha kadar devam ettiğini öğreniyorum.
Oradan kalkıp oturacak kapalı bir mekan aramaya karar veriyoruz. Geldiğimiz yolu yavaş yavaş geri dönerken alkolün etkisiyle birbirlernin üstüne sızıp uyuya kalan gençleri gözlemliyorum. Birbirlerine sıkıca sarılmış bir halde yatarlarken hepsinin oranın yabancısı olduğu belli oluyor.

Ara sokaklardan birine dalıyoruz. Pawel,iki binanın arasında ufak bir yer farkediyor. Yürümekten yorulmuş olduğumdan kabul ediyorum ve içeri giriyoruz. Taştan duvarlara sürterek merdivenlerden aşşağıya indikçe yerin altında başka bir müzik ziyafeti çekildiğini hemen anlıyorum. Bu sefer kapalı,ufak, her tarafı taşduvarlarla çevirli olan ve küçük bir mağara oyuntusunu andıran bu ufacık mekanda 2. masa olarak yer alıyoruz.
Saat yavaş yavaş 04.oo'a geliyor. Bu minik mekanın uç tarafında bulunan ufacık bir sahne bütün duyulan müziğin başlangıç yeri oluyor.
Bu sefer elinde saksafonuyla sahneye çıkan ve mekanın sahibi olduğunu öğrendiğim cazcı amca muhteşem bir solo atıyor. O saatte, öyle bir mekanda duyulmak istenecek en güzel ses kulaklarımmı okşuyor. Bu sefer oradan hiç kalkasım yok,mümkün olsa evimden uzak olduğum her saniyeyi orada geçireceğim.
Gözüm sahneden kayıp Pawel'a gidiyor. Beni farketmesinin imkansız olduğunu görüyorum çünkü onun da gözler kapalı, kafası müziğe tempo tutmuş sallanıyor.

1.5 saat sonra, sabah 6'ya doğru oradan ayrılıp otelimize gidiyoruz. Fakat ben kendimi o kadar kaptırmışım ki son derece yorgun olmama rağmen kalkmak istemiyorum.
Krakov'da geçirdiğim üç gecemde de o mekandaydım. Birdaha fırsatım olursa gene orada olacağım. Hayatım'ın belki de en güzel anlarından birkaçını geçirdiğim yerleri o kadar özledim ki... Şimdi düşünmek rüyadan farksız. Çünkü o zaman da gerçek bir rüyadaydım sanıyorum.

Not: Yukarıdaki fotoğraf da mekanın fotoğrafıdır. Uzun uğraşlar sonra bulduğum fakat sonra gene kaybettiğim web sitesinden alıntıdır. Bakıyorum,özlüyorum...

7 yorum:

Besimi dedi ki...

Leh'ler sanatı, edebiyatı, kültür faaliyetlerini özümsemiş halklardan biridir. Gidip görmesem de Polonya kültürünü bilirim, severim, sayarım. Hoş bir deneyim olmuş, kıskandım :)

Dilara TAN dedi ki...

valla ben de her gideni duyduğumda kıskanıyorum :) 10 kere de gitsen sıkılmayaccağım bir ülke...

Besimi dedi ki...

Krakow'un mimari yapısının çok etkileyici olduğunu duydum... varsa resimler, bu sayfada büyük keyifle görmeyi isterim :)

Dilara TAN dedi ki...

Krakow'un mimari yapısı gerçekten etkileyiciydi :). Ama şansızdım 3 gün boyunca çünkü benim makinanın şarjı bitmişti ve şarj aletini Varşova'da unuttuydum. O yüzden arkadaşım kendi çekti fotoğraf oradayken ama mimari yapıdan çok beni çekmiş sağolsn:) Polonyanın birçok yerinde bulundum arzu edersen diğer bölgeler ağırlıklı bir kaç foto paylaşabilirim:)

Besimi dedi ki...

Sevinirim gerçekten birkaç hoş resim görmeye... :)

a. dedi ki...

before sunrise filmindeki iki insanı canlandırdım yazını okurken...
sizinle ve filmin getirdikleriyle birlikte dolaştım oralarda...
müziğin sesini duymayı hayal edecek kadar ileri gittim:))
hissettirmiş,alıp götürmüşsün yazının dışındakileri...
içim huzur doldu...
müzik ne güzel şey!

Dilara TAN dedi ki...

@besimi isteğin üzerine ekleyeceğim bir kaç foto :)

@a.nur yorumunuz beni çok mutlu etti teşekkürler... Orada duyduğum müzik herkese huzur verecek kadar doygun bir müzikti. Ben bile yazdığımı okuyunca gidiyorum biryerlere:)

Tekrar teşekkürler...